Sabah saat 07.00 civarı uyanmış olmamıza rağmen kahvaltıydı, kahveydi derken hazırlanıp yola çıkmamız bir saat zaman aldı aldı.
Dün akşam yarıda bıraktığımız %10 eğimli 10 kilometrelik rampaya kaldığımız yerden tırmanmaya devam ettik.
Yol kenarındaki etrafı dikenli tellerle ve kazılmış hendekle çevrili adacık dikkat çekiciydi. Ne olduğunu o anda anlamasam da daha sonra Kazdağları ve Aizanoi Antik kentine yaptığım“Kendime yolculuk” ismini verdiğim bisiklet turunda Sındırgı orman bölge müdürlüğünün benzer bir adacığın yanına yerleştirdiği bilgilendirme tabelası sayesinde “Çam kese böceği biyolojik mücadele amaçlı adacık tesisi” olduğunu öğrendim.
Sanırım bu adacıklar başka bir yerde çektiğim fotoğrafta görünen örümcek ağı gibi şey ile mücadele için yapılmakta.
Aşağıda gezende barajında bol miktarda su bulunmasına rağmen dün yanından geçtiğimiz pek çok su kaynağı ve çeşmeyi nasıl olsa ileride vardır diye es geçmem sebebiyle şu anda hiç suyum olmamasından ötürü perişan bir haldeyim.
Buna benzer bir durumu yıllar evvel tuz gölünün yakınlarından geçerken koskoca tuz gölünde tuz mu bulamayacağız diye düşünüp yemeklerimizi tuzsuz tatsız yemek zorunda kalmıştım.
Akılsın başın cezasını sadece ayaklar değil şu anda tüm bünye çekmekteydi.
“Varlık içinde, yokluk çekmek.” dedikleri bu olsa gerek.
“Varlık içinde, yokluk çekmek.” dedikleri bu olsa gerek.
Ne yapacağım diye düşünüp çaresiz bir şekilde rampayı tırmanırken halim o kadar berbattı ki yol kenarında bulduğum yarım litrelik pet şişede kalan suyu içmek zorunda kaldım.
Hayatta kalmak söz konusu olduğu zaman gerisinin teferruat olduğundan hijyeni pek önemsemedim.
Hayatta kalmak söz konusu olduğu zaman gerisinin teferruat olduğundan hijyeni pek önemsemedim.
“Hep gene can tatlı.”
Bir seferde içmekten kaçındığım suyu rampanın sonunu görünceye kadar idareli bir şekilde kullanarak terlemeden kaynaklı su kaybını takviye etmeye çalıştım.
Zor şartlar artında tırmanışı tamamladıktan sonra Urimbaba gelene kadar soluklanıp etrafta dolanıp birkaç fotoğraf çekerek oyalandım.
Karaman Mersin il sınırını oluşturan tepe noktaya çıktıktan on dakika kadar sonra Urimbaba’da geldi. Onunla da anı ölümsüzleştirdik.
Urimbaba 12 kilometrelik uzun inişte bayır aşağı yaldır, yaldır inerken her fırsatta durarak ya da yavaşlayarak bol miktarda fotoğraf çekmeyi yeğler olmuştum. Ama manzarada durup fotoğrafının çekilmesine değecek nitelikteydi.
Yarım saat sonra uzun inişin büyük bölümünü tamamlayarak Çamlıca adındaki köyün civarına geldim.
Düzlüğe indiğim zaman bitki yapısında da gözle görülür değişikler belirmeye başladı. Yukarılarda bulunan çam ağaçlarının yerini meyve ağaçları almaya başladı. Mersin’e gelinirde Kayısı, Zerdaliağacı olmaz olur mu?
Hemen göz hakkımı aldım.
Hemen göz hakkımı aldım.
Belki birazda açgözlülük yaparak ceplerime doldurduğum kayısıları yiyerek Çamlıca dolaylarından Evren’e kadar olan 7–8 kilometrelik yoluma devam ettim. Hem bu sulu meyveler enerji verdiği kadar susuzluğumu da gideriyordu.
Evren’e geldiğimde Urimbaba bisikletini benim görebileceğim şekilde yol kenarına koymuş yolun biraz içinde kalan yanında çeşmenin olduğu köy kahvesinde beni bekliyordu.
Köy kahvesi kapalı olup çay olmamasına rağmen ahalinin toplanma noktası gibiydi.
Ahaliye haritada görünen “Mut’a gitmeden Silifke yoluna çıkabileceğimiz köy yollarının durumunu” sormamızın ardından her kafadan ayrı bir ses çıktı.
Kimisi yolun bozuk olduğunu, kimisi köprü olmadığını, kimisiyse yolun hiç olmadığındanbahseder oldu. Hatta “Bilmem kaç yaşındayım oradan yol yok.” gittiğimiz takdirde aynı yolu geri dönmek zorunda kalacağımıza dair iddiaya girecekler bile oldu.
Ahaliye haritada görünen “Mut’a gitmeden Silifke yoluna çıkabileceğimiz köy yollarının durumunu” sormamızın ardından her kafadan ayrı bir ses çıktı.
Kimisi yolun bozuk olduğunu, kimisi köprü olmadığını, kimisiyse yolun hiç olmadığındanbahseder oldu. Hatta “Bilmem kaç yaşındayım oradan yol yok.” gittiğimiz takdirde aynı yolu geri dönmek zorunda kalacağımıza dair iddiaya girecekler bile oldu.
Uzun zamandır burada yaşayanların böylesine iddialı sözleri olmasına rağmen şunu da öğrenmiştik yerel halkın sözüne kulak vermek kadar kulak arkası etmekte de fayda vardı. Zira buralara kadar ahalinin sözleri ile değil, şimdiye kadar bizi hiç mahcup etmeyen harita ve harita okuma yeteneğimiz sayesinde gelmiştik.
Biz içgüdülerimize güvenerek ve birazda risk alarak bildiğimizi okumaya karar verdik. Bulunduğumuz noktadan Mut’a giden anayoldan ayrılarak Kırıkkavak köyüne doğru devam etme kararı verdik.
Göksu nehri ile birleşmeden önce 3–4 gün önce bir defa daha üstünden geçtiğimiz Ermenek çayından tekrar karşıya geçerek Kavaklı, Yukaru köselerli ve köselerli köylerine doğru belirlediğimiz rotada ilerledik. Daha sonraları anladığım kadarıyla meğer Irmaklı köyünden geçen bir rota çizmek bizim için çok daha faydalı olacakmış.
Köy ve yol demeye bin şahit gereken viranelerden geçerek, doğru yönde olduğumuzu umarak dereden çıkarılan çakılların yol diye yayıldığı yerlerden ilerlemeye gayret ettik.
Böyle zamanlarda kişi “Yola girmek mi? Yoldan çıkmak mı güzel?” olduğunu tahkik ediyor.
Böyle zamanlarda kişi “Yola girmek mi? Yoldan çıkmak mı güzel?” olduğunu tahkik ediyor.
Zaman, zaman geldiğimiz yol ayrımlarında hangi yön tayininde sıkıntılar yaşadık.
Umutsuzluğa düştüğümüz dakikalarda bilmediğimiz tepeleri aşarak ilerleyen yolun daha yukarılara çıktığını fark ettiğimizde bu rotayı seçtiğimize pişman olup durumumuzu sorgulamış olsak ta sonunda doğru yolu bulmayı başararak haritaya güvenmek gerektiğini bir kere daha ispat ettik.
Sonunda Göksu nehrinin kıyısında kurulu Köselerli köyüne çıkmayı başardık. Aynı zamanda bu yola çıkmak bizim için Göksu nehrine paralel ilerleyen Silifke–Konya yoluna çıkmak demekti.
Öğlen sıcağında geldiğimiz Köselerli köyünde mola vererek karnımız doyurduktan sonra Göksu nehrine paralel ilerleyen dar ve tehlikeli Silifke–Konya yolunda Silifke’ye doğru devam ettik
Nehrin düz arazide akmak için yaptığı her menderes bizim için viraj demekti. Kıvrılarak ilerleyen yol boyunca yarım daireler çizerek devam etmek zorunda kaldık.
Etrafta üstündeki meyvelerin ağırlığı sebebiyle dalları sarkan bol miktarda kayısı ağacıbulunmaktaydı.
Fakat Kâr etmeyi bırakın zarar etmemek için ürününü yok pahasına vermeye razı hale getirilmişüreticinin elinde ürünü türlü oyunlar ile üç kuruşa alan aracılar sebebiyle ne yazık ki aynı ürünü üç belki beş katına tezgâhlarda görmek mümkün oluyor.
Bu kirli çıkar düzeninin çarkı olanlar ve buna göz yumanlar utansın.
Ne utanması, Önlem alsın!
Bu millet onca delegeyi kendilerine ağalık, beylik yapması için seçmemiş olsa gerek.
Ne utanması, Önlem alsın!
Bu millet onca delegeyi kendilerine ağalık, beylik yapması için seçmemiş olsa gerek.
Göksu nehri boyunca ilerlerken Akdeniz bölgesinde olmamıza rağmen erozyon etkisiyle etraftaki coğrafi yükseltilerin genel görünümü İç Anadolu bölgesini anımsatıyordu.
Bu nehrin Akdeniz’e döküldüğü Silifke yakınlarındaki deltanın sonradan oluştuğunu düşünecek olursak o kadar toprağın buralardan sürüklenerek gittiğini bilmek hiçte zor değil.
Bu nehrin Akdeniz’e döküldüğü Silifke yakınlarındaki deltanın sonradan oluştuğunu düşünecek olursak o kadar toprağın buralardan sürüklenerek gittiğini bilmek hiçte zor değil.
Dar yolda 15 kilometre ilerledikten sonra Kurtsuyu’na gelmeyi başardık.
Kurtsuyu’ndan sonra yol kısa süreli olarak arada refüjün olduğu çift şerit hal almış olsa da öğrendiğime göre daha sonradan yol yeniden daralıyormuş.
Kurtsuyu’nu 5 kilometre geçince geriden gelen Urimbaba’yı beklemek üzere mola verdiğim dakikalarda yanımda duran ağabeyin kamyonetinin arkasının boş olduğunu söyleyip “Dilerseniz sizi Silifke’ye götürebilir” demesi üzerine “bu kararı tek başıma veremeyeceğimi” söyleyerek beraber Urimbaba’yı beklemeye koyulduk.
Birkaç dakika Urimbaba’da gelince yapılan bu teklifi kabul ederek bisikletlerimizi kamyonetin arkasına yerleştirip bisiklet turunu burada sonlandırıp araç ile Silifke’ye doğru yola devam ettik.
Silifke’ye 45–50 kilometre olmasına rağmen bu kararı vermemizde yol durumunun ileride bozuluyor olması ve karşıdan esen rüzgârın yanında Mersin’den bizi karşılamak üzere gelenFeyyaz’ı bekletmek istememiz oldu.
Bizi Silifke’ye getiren ağabeyin eşinin Silifke’de otogar yakınlarında işlettiği otele giderek sohbet ederken bir süre Feyyaz’ın gelmesini bekledik.
Feyyaz’ın gelmesinin ardından ilk başlarda bütün eşyaları, iki bisikleti ve Urimbaba’nın Kıytırıkınıyükleyebileceğimizden şüphe duyduğum (Dost) araca önce Urimbaba’nım bisikleti ve eşyalarının yüklenmesini bekledim. Olmadı en kötü ben bisikletle devam ederim düşüncesiyle hiç eşyalarımı ve bisikleti sökmeye başlamadım.
Sonradan bende bisikletimi ve eşyalarımı sökerek araca yerleştirmeye başladık. Herhangi birbisiklet taşıyıcısı olmamasına rağmen şaşırtıcı derecede her şeyi yükleyebildik.
Hep gene “Lada” Rus aracı, Adamlar tank gibi araba yapmış.
Mersin’e doğru yaptığımız otomobil yolculuğumuz esnasında etraftaki geçici olarak misafir ettiğimiz Suriyeli mülteci “kardeşlerimizin” bulunduğu gözüme son derece tekinsiz gelen Mersinin turistik noktalarından biri olan Kızkalesi’ne kısa süreli bir ziyarette bulunduk.
Akşam 21.00 dolaylarında Feyyaz’ın Mersin’deki hanesine gelerek yolculuğu bitirdik.
[advanced_iframe src=”https://tr.wikiloc.com/wikiloc/spatialArtifacts.do?event=view&id=10086135&measures=on&title=on&near=off&images=on&maptype=H” width=”100%” height=”650″]
SON SÖZ:
Bisiklet turu esnasında teknik ve donanım ile ilgili safsatalardan mümkün
olduğunca uzak kalmaya gayret ettiğim yazımda özellikle 10000, 15000 belki de
20000 kilometre yol kat ettiğimden fazlasıyla aşınan zincir ve dişli sisteminin
oluşturduğu zorluklardan bahsetmemeyi yeğledim. Yolculuğumun sonlarına doğru zaman içinde dik rampalarda birinci ve ikinci vitesi kullanamadığım için üçüncü hatta dördüncü viteste çıkmak zorunda kaldığım oldu.
Siz, siz olun benim içine düştüğüm bu hataya düşmeyin.
Bisiklet turu esnasında teknik ve donanım ile ilgili safsatalardan mümkün
olduğunca uzak kalmaya gayret ettiğim yazımda özellikle 10000, 15000 belki de
20000 kilometre yol kat ettiğimden fazlasıyla aşınan zincir ve dişli sisteminin
oluşturduğu zorluklardan bahsetmemeyi yeğledim. Yolculuğumun sonlarına doğru zaman içinde dik rampalarda birinci ve ikinci vitesi kullanamadığım için üçüncü hatta dördüncü viteste çıkmak zorunda kaldığım oldu.
Siz, siz olun benim içine düştüğüm bu hataya düşmeyin.
Mersin’e gelip sevgili Zerin seni ziyaret edemediğimiz için ayrıca özür diliyor ve en kısa zamanda telafi edeceğimin sözünü veriyorum.
Benzer şeyler görüp, farklı anlamlar veriyor olmamızdan dolayı yol arkadaşım kıymetli büyüğüm Urimbaba’nın en kısa zamandan benim yazdığımdan çok daha farklı ve güzel yol hikâyelerini yazıp yayınlamasını sabırsızlıkla bekliyorum.
ÖZEL TEŞEKKÜR:
Birkaç düzüne koyun kafalının izinden gitmektense, sayelerinde kendi yolumu çizmeyi öğrendiğimÇorlu Bisiklet Güruhuna özel olarak teşekkür ederim.
Birkaç düzüne koyun kafalının izinden gitmektense, sayelerinde kendi yolumu çizmeyi öğrendiğimÇorlu Bisiklet Güruhuna özel olarak teşekkür ederim.
“Koyunlar gibi öndekinin ardına düşenler, takip ettiğiniz eşekten başkası değildir.”
Bu özel teşekkürü neden yaptığımı daha iyi anlamanız için son derece anlamlı kısa bir alıntı ile yazımı bitirmek istiyorum.
“Şimdi bütün bunların bir sonucu olarak büyük bir şey ortaya koymanın, uzun ömürlü olacak bir şey vücuda getirmenin en başta gelen şartı kişinin çağdaşlarına, onların görüşlerine, kanaatlerine zerrece itimat etmemesi, onlardan gelecek övgü veya yergiye kaile almamasıdır. Ancak geri kalanlar birbiriyle işbirliği yapar yapmaz bu şart kendiliğinden gerçekleşir ve iyi ki de böyle olur. Çünkü eğer bu tür eserleri vücuda getirirken bir kimse halk efkârını veya meslektaşlarının kanaatlerini kaile alacak olsaydı attığı her adımda onu doğruyoldan çıkartmaya çalışırlardı. O halde kim uzun ömürlü olacak bir şey ortaya koymak istiyorsakendi zamanının etkisinden uzak durmayı bilmelidir.“
DİĞER TEŞEKKÜR:
Yaptığım tüm bisiklet turlarında her aşamada desteğini esirgemeyen Çorlu’daki tek destekleyicim, arkadaşım, dostum İslam Gölge’ye,
Yol arkadaşım ve kıymetli büyüğüm Urim Babacan’a,
Yol arkadaşım ve kıymetli büyüğüm Urim Babacan’a,
Gelibolu’dan Selim Yılmaz’a,
Ayvacık dolaylarında bir süre beraber pedal çevirdiğimiz Kadir Şahin’e,
Aliağa’da izban’a binerken yardımlarından dolayı ismini hatırlamadığım arkadaşa
Bayındır Gençlik ve Spor Müdürü Erdal İnce’ye,
Tire’de kamp yaptığımız Fatih Sultan Mehmet parkında bizi polise şikâyet eden bekçi ve gece yarısı çadırımın yerini değiştirmeme sebebiyet veren çimleri sulamadan sorumlu belediye işçilerine,
Mescitli dolaylarında kola ikram etmek için bizi kandıran dayılara,
Başta Yavuz Öge olmak üzere tüm Pamukkale Bisiklet derneği’ne,
Denizli’de misafir olduğumuz Urimbaba’nın yeğeni ve bizi zahter ile tanıştıran eşine,
Burdur, Dereköy’de yardımlarından dolayı köy bakkalına ve köy ahalisine,
Salda gölü kıyısında Yeşilova dinlenme tesislerini işleten Ahmet Urhan’a,
Salda gölü kıyısındaki obamıza gelerek şeref veren Şafak Omaç ve İrfan Özden’e
Tefenni’de yardımcı olan herkese,
Antalya’da bizi Misafir eden İlkay Celal Genç ve ailesine,
Tatlı dilin ve güler yüzün yılanı delinden çıkaracağının ispatı Devrim’e,
Manavgat’ta bizi misafir eden Mustafa Sayan ve ailesine,
Alanya Kuzyaka köyü İmamına,
Civandere köyü ahalisine,
Ermenek ülkücü gençliğine,
Aracı ile Silifke’ye götüren ağabeye,
Aracı ile Silifke’nden Mersin’e götürerek bizi misafir eden Feyyaz Fernando Alaçam ve ailesine,
Ayvacık dolaylarında bir süre beraber pedal çevirdiğimiz Kadir Şahin’e,
Aliağa’da izban’a binerken yardımlarından dolayı ismini hatırlamadığım arkadaşa
Bayındır Gençlik ve Spor Müdürü Erdal İnce’ye,
Tire’de kamp yaptığımız Fatih Sultan Mehmet parkında bizi polise şikâyet eden bekçi ve gece yarısı çadırımın yerini değiştirmeme sebebiyet veren çimleri sulamadan sorumlu belediye işçilerine,
Mescitli dolaylarında kola ikram etmek için bizi kandıran dayılara,
Başta Yavuz Öge olmak üzere tüm Pamukkale Bisiklet derneği’ne,
Denizli’de misafir olduğumuz Urimbaba’nın yeğeni ve bizi zahter ile tanıştıran eşine,
Burdur, Dereköy’de yardımlarından dolayı köy bakkalına ve köy ahalisine,
Salda gölü kıyısında Yeşilova dinlenme tesislerini işleten Ahmet Urhan’a,
Salda gölü kıyısındaki obamıza gelerek şeref veren Şafak Omaç ve İrfan Özden’e
Tefenni’de yardımcı olan herkese,
Antalya’da bizi Misafir eden İlkay Celal Genç ve ailesine,
Tatlı dilin ve güler yüzün yılanı delinden çıkaracağının ispatı Devrim’e,
Manavgat’ta bizi misafir eden Mustafa Sayan ve ailesine,
Alanya Kuzyaka köyü İmamına,
Civandere köyü ahalisine,
Ermenek ülkücü gençliğine,
Aracı ile Silifke’ye götüren ağabeye,
Aracı ile Silifke’nden Mersin’e götürerek bizi misafir eden Feyyaz Fernando Alaçam ve ailesine,
Yolculuğum boyunca arayan soran ve tanıştığım ismini hatırladığım, hatırlayamadığım herkese sonsuz teşekkürler.
Sizler olmasaydınız renk kattığınız bu bisiklet turu bu kadar renkli olmazdı
Ayrıca;
Ülgen, Umay, Tan Tengri ve Doğaüstü tüm güçlere Şükürler olsun.
Ülgen, Umay, Tan Tengri ve Doğaüstü tüm güçlere Şükürler olsun.