2015/06/11:
Üstümüze sinen bir haftalık kir, pastan arınıp güzel bir uyku çekip kendimize gelmenin ardından sabah 07.00 gibi kalkarak kahvaltının ardından yarın akşam için otobüs biletlerimizi almak için otobüs firmasının yazıhanesine gidip biletlerimizi aldık.
Ardından kamp malzemelerimizi Feyyaz’ın otomobiline yükleyerek öğlene doğru yola çıktık
Güzelyayla’yı geçip Arslanköy istikametine yönelerek Tırtar köyünün içinden bol virajlı bir dağ yolunu kullanarak Toros dağlarının da 2300 metre rakımda bulunan yaylaya çıktık.
“Ferman padişahın dağlar bizimdir.”
Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır, ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eyler ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdirBelimizde kılıcımız kirmani
Taşı deler mızrağımızın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdirDadaloğlu’m yarın kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice koç yiğitler yere serilir
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir
Osmanlı devletinin zorunlu iskân politikaları sebebiyle yerlerinden yurtlarından edilmek istenen konargöçer Türkmenlerin bu durumuna sessiz kalmamış, olan farklı dönemlerde yaşamış olanDadaloğlu ve Karacaoğlan gibi halk ozanları şiirlerinde ve ağıtlarında buna karşı çıkmış ve bu deyim günümüze kadar ulaşmıştır.
Ferman sahibi padişah, Sultan Abdülaziz’e hitaben söylenen bu dizeler; Dadaloğlu’nun tarihin bir döneminde bu civarda yaşadığı bilinen Aslanköy’ün yakınından geçerken daha bir anlam kazanıyor.
Aslanköy demişken Türk halk edebiyatımızda önemli bir yeri olduğu kadar burasının Kurtuluş savaşında da önemi büyüktür. Daha önceleri Efrenk olan ismin Aslanköy olarak değiştirilmesi maksatsız değildir. Arslanköy insanı Kurtuluş savaşında bir destan yaratmış ve bu ismi hak etmiştir.
Hatta Mustafa Kemal Atatürk bu coğrafyanın insanı için
“Arkadaşlar! Gidip, Toros dağlarına bakınız, eğer orada bir tek yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tutuyorsa, şunu çok iyi biliniz ki bu dünyada hiç bir güç ve kuvvet asla bizi yenemez.”
demiştir.
Yiğitlikleri dillere destan Köy halkı Cumhuriyetin ilk yıllarında “Sandık Namustur” diyerek devlet otoritesine, devlet güçlerine karşı gelmek ve isyan çıkartmakla suçlanabilecek kadar seçim sandığına sahip çıkmalarındaki kararlılık ve direnişle Türkiye’nin demokrasi mücadelesindeönemli bir yer almışlardır.
Dağlar, her zaman insanoğlunun ilgisini çekmiştir. İnsan yaşamı ve yerleşimi açısından oldukça zor olan bu coğrafî yapı, çeşitli sebeplerle birçok insan için mesken olurken, insanın zihninde metafizik bir boyuta da ulaşmıştır.
Dağlar, insanoğlunun zor zamanlarında sığınacağı yerlerdir. Bu anlamda, dağ, insanoğlunun koruyucusudur. Ayrıca dağlar, doğaya hâkim olma çabasındaki insanoğlunu, en çok uğraştıran ve zorlayan bir yapıdır. Öyle ki, birçok dağı, insanoğlunun zihninde, erişilmez, ulaşılmaz bir konuma sokmuştur.
Dağların kutsallaştırılması, onlara tapınılması, birçok kültürün bünyesinde barındırdığı bir inanç şeklidir. Tengrici Türklerin, Altay Dağlarını, Tanrı Dağlarını, Ural Dağlarını ve daha birçok dağı tanrılaştırması; Antik Yunanlıların tanrıların meskeni olan Olympos’u tanrılaştırması ve diğer birçok toplumun kendi bölgelerindeki birçok dağa kutsallık ve tanrılık atfetmesi, bu inancın uzantılarıdır.
Türk destan ve efsanelerinde dağlara dair anlatımlarda dağ sıklıkla karşılaşılan bir olgudur.Ergenekon Destanı’nda Türklerin, dağa sığınması; Uygur Göç Destanı’nda Kutlu Dağ adı verilen kayanın Çinlilere verilmesinden sonra kıtlık ve kuraklığın başlaması, ardından da her yerden “göç” sesi gelmesi ve göç edilmesi başlıca örneklerdir.
Birçok farklı Türk boyunun dağlara ilişkin inançlarına bakıldığında diyebiliriz ki, dağ, koruyucudur, kurtarıcıdır, besleyendir, şifa verendir, anadır, sevgilidir, eştir, atadır, akrabadır, vatandır, bazen tanrısal bir ruh, bazen ise tanrıdır.
Yaylada tepe bir noktada bulunan üst üste dizilmiş taşlar Eski Türk Tengricilik inancına göregittikçe küçülen dokuz halkanın üst, üst dizilmesi ile yapılmış Tengrinin Kuleyi andıran putunu anımsatıyor.
Put dediğime bakmayın Türkler, o dönemde hiç bir peygamber sıfatlı kişi ya da kutsal kitap olmaksızın, Tengri’ye ulaşmış ve onun bir taştan put, ağaç oyması vs. olmadığını; görülmeyen ama var olan büyük bir güç olduğunu kavramıştır.
Mersin’in Çapar köyü ile Arslanköy’ünde de, bir hocanın yağmur yağdırma amaçlı olarakTengricilikten gelen bir metotla at kafatasına dualar yazarak ve kafatasını dereye ya da herhangi bir suya bıraktığını okumuştum.
Tengricilik inancından ayrılıp, zorla ya da isteyerek diğer inançlara geçen Türkler, bu kadim inançlarını da yeni dinlerinin içine taşımışlar, onlara ulamışlar, bilerek ya da bilmeyerek sürdürmektedirler. Daha birçok inancın içinde Tengricilik izlerini bulmak olasıdır.
Tengricilik inancından ayrılıp, zorla ya da isteyerek diğer inançlara geçen Türkler, bu kadim inançlarını da yeni dinlerinin içine taşımışlar, onlara ulamışlar, bilerek ya da bilmeyerek sürdürmektedirler. Daha birçok inancın içinde Tengricilik izlerini bulmak olasıdır.
Muhteşem manzaranın olduğu bu yüce dağ başında yağmur ve soğuk kendini iyice hissettirmeye başladığı dakikalarda yağış sebebiyle çamura saplanma tehlikesi olan bu yerden rüzgârın nispeten daha az estiği bir yere doğru hareket ettik.
Yağmur bulutları ve pek çok ağılı ardımızda bırakarak uçsuz bucaksız yaylada kendi obamızı kuracak tenha ve kuytu bir yer seçtik.
Bu seçimi yaparken atalarımızın yaşam yeri seçerken uyguladığı;
Bu seçimi yaparken atalarımızın yaşam yeri seçerken uyguladığı;
Kaz öter, saz biterse kaç oradan.
Keklik öter, kekik biterse kal orada.
Öğretisine uymaktan ziyade daha çok rüzgârın etkilerinden korunmaya dikkat ettik.
İnsanlıktan ve onun icatlarından oldukça uzak olan bu meçhul yerde İnsanoğlunun kafasına göre oluşturduğu zaman algısı anlamını yitiriyor.
Kısa bir etrafta gezinti yaparak fotoğraf çekerek etrafı tanıdıktan sonra yanımızda getirdiğimiz yiyecekleri yiyerek karnımızı doyurduk.
“Karnımız tok sırtımız pek.” Keyfimize diyecek yok sıra Urimbaba’nın flütünden ve Feyyaz’ın kemanından dökülen notalar eşliğinde ruhumuzu beslemeye geldi.
Bu keyifli dakikaların ardından bir süre sonra güneşsin etkisini yitirmeye başlaması ve daha önce kaçtığımızı sandığımız yağmur bulutlarının tekrar üstümüze gelerek yağmurun yağması sebebiyle ıslanmamak ve üşümemek için çadırlarımıza çekilmekten başka seçeneğimiz kalmadı.
2015/06/12
Tura başlarken 2000–2500 metre yüksek rakıma çıkabileceğimizi düşünmediğim için donanım olarak oldukça zayıf olduğumu söyleyerek gece üşüyerek defalarca uyanarak bir an önce gecenin bitip sabahın olmasını bekledim diyebilirim. Bunda birazda çadır kurmak için yaptığım yanlış tercih etki etti.
Urimbaba bizden çok daha önce kalkarak bizim kaçırdığımız pek çok güzel anı fotoğraflıyordu.
Biz kurduğumuz çadırlarla yağan yağmurdan korunmaya çalışıyorken doğanın kendi yöntemleri ve donanımları vardı.
Şimdiye kadar Urimbaba’nın kahvesinin tadına bakan nice insan olmuş olsa da eminim Feyyaz ile birlikte 2300 metre yükseklikte Urimbaba’nın kahvesinin keyfini sürebilen nadir kişilerdendik.
Güneş kendini iyice hissettirmeye başladığı dakikalarda gece kaybettiğimiz vücut ısısını geri kazanmaya çalışarak bir yanda da toparlanarak.
Araba teybinde çalan Erkin babanın (Erkin Koray) söylediği “Akrebin gözleri” şarkısı eşliğinde bölgeyi terk ettik.
Otomobil ile ilerlerken Yol kenarında tek tük yörük mezarları dikkatimizi çekiyor. Yörüklerin belli bir mezarlığı olmadığından ölülerini hangi dağın başında ölürse oraya gömüyorlar. Ama buradan kesinlikle ölülerini önemsemedikleri anlamı çıkartmamak gerek.
Heredotos’un aktardığı ve İskit hükümdarı İdanthyrsos’un Pers imparatoru Darius’un elçisine söylediği sözlere göre mezarların ve onun da ötesinde ataların ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Aşağıdaki metinde mezarların ve ataların, savaş sebebi olabilecek kadar açık bir şekilde kutsal olarak görüldüğü ortadadır.
Şimdilerde türbe kaçırarak bunu büyük bir başarı gibi lanse edenlerin atladığı bu tarihi ayrıntıyı hatırlatmayı bir borç biliyorum.
“İranlı, işte benim kanaatim: beni hiç kimse ne korkutabilir ne de önünden kaçmaya zorlayabilir; senden de kaçtığım yok; şimdiye kadar yapmış olduğum şey, barış zamanında da her zaman yaptığım şeydir.
Neden hemen savaşa girmiyorum, onu da sana açıklayayım:
Bizim ne kentimiz var ne de dikili ağacımız var ki elden gitmesin, ya da yakılıp yıkılmasın diye korkup hemen savaşa girelim; ama siz eğer ille de savaşmak istiyorsanız, bizim atalarımızın mezarları var. Onları bulun onlara el kaldırın, o zaman görürsünüz, mezarlarımız için dövüşüyor muyuz dövüşmüyor muyuz?”
Kimdi onlar;
Neredeler şimdi onlar
Bir aşılmaz dağdılarTek başına destandılar
Tek başına çağdılarÖzde melek, yüzde melek,
Gözde birer devdiler,Devcesine kükrediler
Devcesine sevdiler…
Olmadılar senlik, benlik hırsında
Temeldiler Türk’ün yüce harsında…
Tanrıdağ’lı demircinin örsünde,
Ham demire sindirilen tavdılar.Yol bularak sarp dağların kışından
Yürüdüler Gök Börü’nün peşinden
Yüzlerce yıl mazlumların başından
Ne belalar savdılar.
Saat 10.00 dolaylarında dün yukarıya doğru tırmandığımız dolambaçlı yollardan dağ yolları ve köy yolarını kullanarak aşağılara indik.
Bu arada Feyyaz’ın önerisiyle yolumuzu biraz uzatarak Atlılar köyüne giderek özel bir pide yedik.
Bayır aşağı lay lay lom giderken otomobil işlerinden hiç anlamamdan dolayı aracımızın bilmediğim bir arıza yapması sonucu zorunlu olarak Güzelyayla’da bir süre beklemek zorunda kaldık. Yağ mı? Su mu? Şalter mi? Kalter mi? ne nane ise öyle bir şey
Gelen yardım neticesinde daha sonra fotoğrafta göründüğü gibi arızalanan aracımız ile Mersin’e geldik. Tabi bu yolculuk çekicinin üzerindeki otomobil içinde geçti. 🙂
Araçlardan motordan hiç anlamıyorum ama serviste öğrendiğimize göre otomobilin motoru komple elden geçmesi gerekiyormuş. Feyyaz’ın yapmayı planladığı tur öncesi bu aksilik sanırım hiç iyi olmadı.
Gün içinde deniz seviyesinden 2300 metreye ardından tam vücudum 2300 metre rakıma alışmaya başladığında tekrar deniz seviyesine inmek rakım, ısı ve basınç farkı bünyemi altüst etmiş baş ağrısı bir miktar burun kanaması ve ziyadesiyle üşüme olsa da yaşadığım bu farklı deneyim unutulmazdı.
2015/06/-13-14 MERSİN-İSTANBUL-ÇORLU DÖNÜŞ:
Otobüsümüzün hareketinden bir saat kadar önce Urimbaba ile hazırlanıp otogara doğru yola koyulduk. Bisikletlerimizi ve eşyalarımızı hazırlayıp her ikimizde farklı otobüsler ile evlerimize doğru uzun otobüs yolculuğuna başladık. Urimbaba İzmir’e bende İstanbul aktarmalı Çorlu’ya.
Tüm gece boyunca süren yolculuk sonunda İstanbul’a geldiğimde neredeyse öğlen olmuştu. Bu esnada uzun ve sıkıcı yolculuğu keyifli kılan yeni dostum Feyyaz’ın bana hediye ettiği kitabınıyarılamıştım.
Esenler Otogarına geldiğimde Mersinde İstanbul’a aynı otobüste geldiğimiz Evrim’in yardımı ile bisikletimi ve Eşyalarımı Çorlu’ya gideceğim otobüse taşıdık.
Elbette İstanbul trafiğinde ilerlemek oldukça güç olduğundan biraz gecikmeli olarak Çorlu’ya gelmeyi başardım. Bisikletimi ve eşyalarımı toparlayarak sıcak yuvama doğru pedal çevirdim.
Çorlu’ya döndükten bir gün sonra İslam Gölge dönüşümün şerefine reklâm filminde Seda Sayan’ı oynatarak gözümdeki marka değerini sıfırlamadan önce pizzacının birinde verdiği küçük ziyafet ile kutlama yaptık.