Dünün yorgunluğunu üstümüzden attıktan sonra saat 07:00 gibi uyandık.
Gökay benden daha önce hazırlanarak bir süreliğine etrafı keşfe çıkmak için yanımdan ayrıldı. Bende o arada sakin bir şekilde toparlandım. Gökay’ın gelmesini beklerken kamp yaptığımız bölgenin muhteşem manzarasının keyfini çıkardım.
işin aslı ortalık insan diye gezenler sebebiyle hiç de mükemmel değildi.
Gökay ile sözleştiğimiz gibi köyde buluşup, yola koyulmadan evvel güzel bir kahvaltı yaptık.
Beğendik Köyü… Türkiye’nin Karadeniz’de en batı ucu… Bir “son sığınak”… Kimilerine göre Atatürk, kimilerine göre İsmet Paşa ama her ikisinin de bu bölgeyi ziyaret etmediği düşünüldüğünde muhtemelen dönemin Trakya Umum Müfettişi Kazım DİRİK Paşa; hemen kumsalın hemen diğer ucunda, Rezve Deresi’nin karşı tarafındaki tepede kurulu olan Bulgaristan’a ait bakımlı Rezova köyünü görünce bu durumdan rahatsız olur. Çünkü, şimdiki yerine göre daha aşağıda kurulu olan köy yıkık dökük, perişalıktır. Köyün Bulgaristan’ı gören tepeye taşınıp, imrenilesi bir hale getirilmesini emreder. Seneler sonra sınır karakolunu ziyarete geldiği bir gün, köyü de ziyaret eden paşaya köyün muhtarı kendini tutamayarak sorar :
– Beğendiniz mi Paşam ?
Paşanın cevabı köyün şimdiki adının da kaynağıdır.
– Pek ala ! Beğendik, beğendik…
Köyden çıktıktan sonra yol bayır aşağı eğimli ve çoğunlukla düz olduğu için kısa bir süre sonra İğneada sahiline geldik.
İğneada, Kırklareli ilinin Demirköy ilçesine bağlı, Karadeniz kıyısında eşsiz bir doğa içinde yer alan bir beldemizdir. Karadeniz kıyıları düşünüldüğünde, Türkiye’nin en batısındaki sığınılacak son liman İğneada’dır. İğneada il merkezi Kırklareli’ ye 97 km, Demirköy’e ise 25 km uzaklıkta yer alır. Bulgaristan sınırımıza uzaklığı ise (Beğendik Köyü) sadece 16 km’ dir.
Yolumuza devam ederek dün akşam yanından geçtiğimiz ama kapalı olduğu için ziyaret edemediğimiz İğneada Longoz Ormanları Milli Parkı Ziyaretçi Merkezini ziyaret ettik.
İğneada Ziyaretçi Merkezi içine milli park ile ilgili fotoğraf ve bilgilerin sunulduğu dijital bilgi panoları konulmuş.
Milli park topografyası hakkında bilgi vermek amacıyla ziyaretçi merkezinde sergilenmek üzere cam fanus içerisinde milli parkın üç boyutlu maketi bulunmakta.
İğneada Longoz Ormanları Milli Parkının belirli yerlerine yerleştirilmiş kameralar ve İğneada Ziyaretçi Merkezi salonuna kurulan sistem sayesinde canlı elde edilen kamera görüntüleri iki duvara yansıtılarak milli park sulak alanlarındaki yaban hayatını (kuş vb.) gözleme imkânı sunulmuştur.
İğneada gezimizi tamamladıktan sonra saat 12:00 civarında ilçeden ayrıldık.
İğneada Demirköy karayolunda yaklaşık olarak 5 kilometre ilerledikten sonra İğneada Longoz Ormanları Milli Parkının içinden geçerek Sivriler köyüne doğru ilerleyeceğimiz yol ayrımının olduğu mili park girişine geldik.
Bu yolu kullanmanın avantajı da Demirköy üstünden gitmeye nazaran yaklaşık olarak 15 kilometre kadar yolu kısaltıyor. İniş çıkış yapmadan doğrudan 340 metreye tırmanış yapıldığı için kısmen daha az yorucu oluyor. Tabi bisikletiniz yol koşullarına elverişli ise.
Orman içinde ilerlerken Mert gölünü görmek için kısa bir süreliğine yolumuzdan saptık.
Aynı yolu tekrar gitmek yerine yol buluruz umuduyla Longoz ormanları içinde ilerlemeye başladık.
Yıldız (Istranca) Dağlarından Karadeniz sahillerine doğru akan derelerin taşıdığı alüvyonların birikmesi ve mevsimsel olarak sular altında kalması sonucunda milli parktaki longoz ormanları oluşmuştur.
“LONGOZ” tipi ormanlığın dünyadaki 3 örneğinden biri İğneada ve Kıyıköy sahil şeridi ormanlıklarıdır. Longoz (Su basar) tipi ormanlık alanı; kışları sularla kaplanan ormanlık alandır. Dünya da Amazon, Afrika Kongo Havzası ve Türkiye’de de İğneada da bulunmaktadır.
Başlangıçta sıkıntı olmasa da ormanın derinliklerinde ilerledikçe bu durum değişti. Zorlu bir maceranın ardından nihayet yolumuzu bulabildik.
Ne yalan söyleyeyim orman içindeki patikalarda çalı çırpıdan, çamur bataktan sonra stabilize yol kaymak asfalt gibi geliyor.
Önceden burada ne doğru düzgün yol ne de bulanık deresi üstünde köprü vardı onun için bu güzergahı kullanacağımız zaman muhtemel su seviyesini hesaba katıp ona göre rota belirliyorduk. Şimdilerde yol üstünde köprü var.
Geçmiş zamanlarda bu derede karşıdan karşıya geçerken çok paçalarımızı sıvamışlığımız vardır. Şimdiki nesil çok şanslı. 🙂
Her şeye rağmen önceden köprü olmamasının en güzel yanı trafikte o oranda düşük oluyordu, şimdiyse stabilize yolda toz toprak içinde yolculuk yapmak zorunda kalıyoruz.
Yanımızdan geçen araçların kaldırdığı tozlar, Sıcak, terleme üstüne birde bayır yukarı çıktığımız için belirli bir kilometre hızın altına düştüğünüzden gözünüze gözümüze saldıran sinekler seyahat koşullarımızı oldukça zorlaştırıyordu. Ben buraların yabancısı olmadığım için önlemimi almıştım ama arkadaşım Gökay’ın durumu benden daha zordu. O bu şartlar altında Ağzını yüzünü birde Buff ile kapatmak zorunda kalıyordu ve haliyle sıcaktan daha çok etkileniyordu. Hâlbuki iki gün önce düşürdüğüm tül örtüyü almak için 2-3 kilometre geri gitmeme anlam verememişti. Ama şartlar benim haklılığımı ortaya çıkarttı.
ORMAN KANUNU
Ormanla pazarın arasında odun yüklü,
Horulda horul uyumaz kağnılar el döşeğinde;
Sol yanı taş dolu, sağ yanı boş,
Döner de döner teker saman yolunda.
Yeşilbaşlı ördeklerin boynu bükük mü bükük;
lndirdik karşı dağdan, kolu kanadı kırık;
Kıtlığı önden salalı, sürek avına çıkalı,
Bekçiler uykuya yatalı kollarım hoyrat mı hoyrat.
Sel baç alır mı alır tohumluk buğdaydan
Ekilir mi ekilir güzelim ormana
Bıldırdan nişan kalan üç beş teke;
İnsan söver mi söver kendi geçmişine.
Yeşil uçmağa gitti, tomruk pazara;
Bir cambaz olduk tahta atlara;
Sürüyü satıp savınca, evliyaya
Üç mum yakıp seyrine baktık.
Ormanla pazarın arasında ne han ne hamam vardı;
Kulların ne gölgesinde yattı, ne ateşinde ısındı;
Deriz, biz, bu köyün canları: Gayri sen bilin Tanrım,
Bari cehenneminde olsun kendi ağacımızla yanalım!
Şartlar oldukça çetin olduğu için dinlene dinlene ancak iki saatte kat edebildik. Sivriler köyüne geldiğimizde 17:00 olmuştu.
Köyde yarım saat kadar dinlenip bir şeyler atıştırdıktan sonra tekrar yolumuza kaldığımız yerden devam ettik.
Oldum olası Kızılpınar-Sivriler arasındaki yolunu sevmişimdir. Sessizliği, ağaçların gölgesi altında yorucu olmayan tatlı rampaları çıktıktan sonra bayır aşağı ormanın serinliğini hissetmek hep keyif vermiştir.
Hal böyle olunca bir saatlik keyifli bir yolculuğun ardından Kızılağaç köyüne iki kilometre mesafedeki yol ayrımına gelerek hiç hızımızı kesmeden Kışlacık ve Hamidiye köylerine doğru bayır aşağı ilerledik.
Hamidiye köyüne kadar indikten sonra Vize-Kıyıköy yoluna çıkmak için tırmanılan 1.5 kilometrelik rampa insana ne kadar zor geliyor anlatamam.
Vize-Kıyıköy yoluna çıktıktan sonra yeşillikler arasında maviliklere doğru pedal basarak hava kararmadan evvel Kıyıköy’e geldik.
Kıyıköy’ün içine girip alışveriş yaptıktan sonra telaşsız bir şekilde kamp yapacağımız yere doğru intikal ettik.
Kamp yapacağımız yeri ve sıhhi koşullarını bildiğim için kendi evime gelmiş gibi rahatladım. Biliyordum ki burada güzel bir akşam yemeği, yıkanıp paklandıktan sonra güzel bir uyku bizi bekliyordu.