Sabah 07:00 civarında Sarpdere köyünde geceyi geçirdiğimiz cami bahçesinde yeni güne merhaba dedik.
Kahvaltının ardından saat 09:00 gibi arkadaşım Gökay malzemelerini bırakarak yüksüz şekilde Dupnisa mağarısına doğru yolu tuttu, bende kamp yaptığımız yerde onu bekledim. Aslında beraberde gidebilirdik ama hem ben Dupnisa mağarasını defalarca ziyaret ettiğim için hem de aynı yolu yüklü bir şekilde gidip tekrar dönüp geri dönmek hiç mantıklı gelmedi. E yalan yok birazda üşendim.
Tabi ben defalarca gittim gördüm diye sizleri bu doğa harikasından mahrum bırakacak değilim, Gökay’ın kamerasından manzaralar. Daha fazla fotoğraf istiyorsanız aşağıdaki fotoğraf albümüne göz atabilirsiniz. Ben daha iyilerini çekerim diyorsanız da yine aşağıdaki haritada konum bilgilerine ulaşabilirsiniz.
Yaklaşık iki saat sonra Dupnisa mağarası gezisinden döndü ve biraz daha oyalandıktan sonra 11:30 civarında Sarpdere köyünden ayrıldık
Yeşillikler içindeki dönemeçli yolda sık sık fotoğraf çekmek için durarak yavaş yavaş ilerledik.
Biz gideceğimiz yolu biliyoruz ama bilmeyenler için kurtarıcı niteliğindeki tabelaların yanından usulca ilerledik…
İki gün önce ovada bizi perişan eden o yakıcı güneşten buralarda hiç eser yok. Heryer yemyeşil ve cıvıl cıvıl.
Heryerin yemyeşil ve cıvıl cıvıl olması bizlerin yine yorulmadığı anlamına gelmiyor, düz ovalarda olmayan dik rampalar durumu hemen hemen eşitledi. Neyseki bu anlarda yol kenarında yemek yiyen orman işçilerinin karpuz ikramı bizi kendimize getirdi.
Enerji takviyesinin ardından ine çıka saat 13:00 civarında Balaban köyüne geldik.
Balaban köyünü geçtikten sonra çatallanan yol Gökay ve Benim için yine ayrımı demekti.
Gökay karakteri gereği nerede bir dağ tepe görse oraya çıkıp sınırları zorlamayı seven biri olduğundan ve buralara kadar gelmişkende Türkiye trakyasındaki en yüksek noktaya çıkmaması düşünülemezdi elbette.
Her ne kadar kendisi android gibi güçlü kuvvetli biri olsada yükünün bir kısmını ben adım. Hem onun yolu daha uzun hemde zorlu. O buradan bir V çizip 1031 metre yüksekliğindeki Mahya dağına tırmandıktan sonra Demirköye gelecek, Bende doğrudan Demirköy’e gidip onu bekleyeceğim.
Ben fazla zorlanmadan ve acele etmeden bol bol fotoğraf çekerek yaklaşık 10 kilometrelik mesafeyi bir saatte katederek Demirköy’e ulaştım.
Demirköy’de alışveriş yaptıktan sonra İğneada yönüne doğru ilerledim. Uygun bir yerde durarak önce bir güzel Bulgur plavı yapıp karnımı doyurdum sonra gölgede Gökay’ı beklemeye koyuldum.
Ben bunları yaşarken aynı anda başka bir yerlerde Gökay Orman içlerinde işçilerinin çalışmaları arasından tozlu yollardan ilerleyerek, erimiş asfalt ile mücadele ederek Mahya dağındaki Yasak Askeri Bölgeye doğru olabildiğince ilerlemeye çalışıp Demirköye dönmeye uğraşıyormuş.
Aradan geçen 3-4 saat içinde tekrar Gökay ile buluşup saat 17:00 gibi Demirköyü arkamızda bırakıp İğneada’ya doğru yola koyulduk..
Yaklaşık bir saat kadar süren tırmanışın ardından Karayokuş Orman Emvali Satış Deposunun olduğu 400 metre rakımlı tepe noktaya ulaştık.
Bu tepe noktadan sonra İğneadanın bulunduğu düzlüğe kadar bayır aşağı yaldır yaldır indik.
Tabi Düzlüğe geldikten yaklaşık 6-7 kilometre sonra İğneadaya gelebildik.
İğneadada alışveriş yaptıktan sonra buradan ayrılarak kamp kurmak için daha sakin bir yer aramaya koyulduk. Aslında sahilde kamp kurmak için pekçok seçenek vardı ama bizim istikametimiz Beğendik oldu. Hem bu sınır köyünü Gökay merak ediyordu.
Sahilden devam edip Erikli gölünü geçtikten sonra yaklaşık 10 kilometre daha pedal çevirerek hava iyice kararmadan Beğendik köyüne geldik. Geldik gelmesine ama kampı kurana kadar hava oldukça karardı. Tabi daha önceden buraya geldiğimden nereye kamp kurabileceğimizi bildiğimden o kadar sıkıntı olmadı.
Gün sonunda ben 70 kilometreyi Gökayda en az 100 kilometreyi devirmiş oldu. Yemeğimizi yedikten sonra birsonraki güne enerji depolamak için çadırlarımızda dinlenmeye çekilerek günü sonlandırdık.