Beni yakinen tanıyanların bileceği üzere bana telefon ile ulaşmak oldukça zordur. Çoğunlukla sessiz konumda olan telefonumun yerini zaman, zaman ben bile unutmaktayım. Hal böyle olunca Pazar sabahı Silivri’den Çorlu’ya doğru yola çıkan arkadaşımla ancak bir gün sonra o Keşan’a vardığında iletişim kurabiliyorum.
Önümüzdeki günlerdeki tur planını öğrendikten sonra Edirne’de buluşarak küçük bir Trakya turu yapmak üzere sözleştik. Zaten hali hazırda benimde Bulgaristan sınırı boyunca Trakya’nın sınır köylerini kapsayan bir Trakya turu planım vardı. Hemen yapmayı planladığım tur rotasına Gökay’ın görmesi gerektiğini düşündüğüm gezi noktalarını ekleyerek Edirne’den başlayacak şekilde revize ettim.
TCDD demir yolu hattı üzerindeki belli başlı büyük istasyonlar haricindeki küçük istasyonları iptal ettiği için tren eskisine nazaran oldukça hızlı bir şekilde ilerliyor.
Yolculuğun ilerleyen dakikalarında yanıma gelen kondüktörün bisiklet ve eşyalar için ücret alınıp almadığını sorması üzerine 7,50 lira ilave ücret ödeyerek toplamda 20 liraya Çorlu–Edirne yolculuğumu tamamladım.
Yaklaşık olarak iki saat sonra 22.00 ı az geçe Edirne garındaydım.
Bir süre bekledikten sonra Gökay ile buluşarak birkaç gün misafir olacağımız Engin Tekin’in evine gittik.
Gökay’ın Edirne’ye geldiği günden beri biraz rahatsızlanmış bu sebeple kendini yorgun hissediyordu birde gecenin ilerleyen saatlerine kadar yaptığımız sohbet muhabbet sabah erkenden kalkarak yola çıkmamıza mani oldu. Bizde Edirne’de bir gün daha geçirip bisiklet turunun başlangıcını bir gün öteleme kararı aldık.
Gece geç yatmış olmamızdan dolayı oldukça geç kalktık. Öğlen sıcağının etkisiyle de iyice mayıştık. Öğlen sıcağı geçtikten sonra akşamüzeri “-Ayıp ulan Edirne’ye gelmişiz bari biraz gezelim dedik.” Gökay ben gelmeden evvel zaten gezilecek yerlerin pek çoğunu gezmişti.
İlk önce Balkan Arboretumu Canlı Ağaç Müzesi’ni gezmek için Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi kampüsüne gittik.
Fakat Arboretumun varlığı hakkında Gökay ve Üniversitede bu konu ile ilgilenen profesörün haricinde kimsenin bilgisi yoktu. Fakülte girişindeki tabela haricinde ağaçlar hakkında bilgi veren herhangi bir bilgi levhası göremedik ya da biz nereye bakacağımızı bilemedik.
Arboretumun internet sitesinde gördüğüme göre oysaki varmış.
Konu hakkında ayrıntılı bilgi için: http://balkanarboretumu.trakya.edu.tr/
Tarihi televizyon dizilerinden ya da kafasına fes takan bir deliden öğrenenler belki bilmeyebilir ama ucuz gösterilerin destan diye yutturulmaya çalışıldığı günümüzden yaklaşık yüz yıl kadar önce pek çok örneğine rastladığımız gerçek destanlardan biride Balkan savaşı esnasında tam burada yazılmıştır.
Burası Edirne’de Kıyık mevkii olarak bilinen duvarları taştan, kemerleri ocak tuğlasından yapılmış Kıyık Tabyalarının bulunduğu 136 metre rakımlı hakim bir tepedir. Kıyık Tabyalarının Balkan Savaşı nedeniyle Edirne tarihinde büyük rolü vardır. Balkan Savaşı’nda Şükrü Paşa şehri 50 gün savunma görevi verilmiştir fakat o 5 ay 5 gün İstanbul‘dan destek alamamasına rağmen, zor koşullar altında Bulgar ve Sırp kuşatma ordusuna karşı şehri müdafaa etmiştir. Kıyık Tabyaları günümüzde 26 Mart 1913 Balkan Savaşı ve şehitlerin ve kahramanları anısına müze haline getirilmiştir.
Cephanesiz, yorgun ve aç kalan ordu, bağırsaklara zarar verdiğini bile bile, aç kalmamak için %10 oranında kum ilave edilmiş ekmeği dişler gıcırdayarak yemeğe başlamıştır. Öyle ki zaman, zaman ekmeklere süpürge tohumu ve kuşyemi ilave ediliyor. Açlıktan bir deri bir kemik kalan atlar da ölmeden kesiliyor, etleri askerlere dağıtılıyordu. Açlıktan ölmemek için herkes buna katlanıyordu.
Bu şartlar altında Şükrü Paşa’nın şehrin müdafaası sırasında askeri teşvik etmek için yazdığı ve tüm askere okuduğu vasiyeti oldukça etkileyicidir.
Düşman, hatları geçtikten sonra ölürsem,
kendimi şehit kabul etmiyorum.
Beni mezara koymayın!..
Etimi, itler ve kuşlar, çeke çeke yesinler…
Fakat müdafaa hattımız, bozulmadan şehit olursam;
kefenim, lifim ve sabunum çantamdadır.
Beni bu mahale gömeceksiniz…
Ve gelen nesiller, üzerime bir abide dikeceklerdir!
Ordunun yemek odaları, istirahat ettiği koğuşları, cephane hazırlayan kadınları ve savaş planları yapılan salonları yakından görebilir; savaş topları, yemek listeleri, çeşitli resim ve fotoğraflar ile konu mankenleri ve seslendirme sistemiyle zihninizde dönemin atmosferini kısmen canlandırabilirsiniz.
Tarihe “Edirne Müdafii” olarak geçen, merhum Mehmet Şükrü Paşa adına yapılan anıtın ilk temeli 22 Haziran 1984 yılında atılmış ancak yapı belli bir seviyeye geldiğinde, mühendislik hataları nedeniyle çökmüştür. 14 yıl kadar bu durumda bakımsız kalan anıt, dönemin askeri komutanları Çetin Erman ve Zafer Özer Paşalar tarafından yeniden ele alınmış; yeni bir proje çerçevesinde 4 ay içinde tamamlanarak 27.07.1998 tarihinde açılışı yapılmıştır. 31 Temmuz 1998 tarihinde Mehmet Şükrü Paşa’nın naaşı İstanbul Merkez Efendi Mezarlığından alınarak anıt mezara nakledilmiştir.
Balkan Savaşları’nın ve Edirne’nin savunmasının Edirne’nin yakın tarihi içerisinde derin izleri bulunuyor. Şanlı Edirne Müdafaası ve Edirne Müdafii Şükrü Paşa ile askerlerinin zor koşullar altında şehri savunmaları kuşaktan kuşağa miras gibi günümüze değin aktarılmış. Edirne tabyalarında tüm yokluklara ve yoksunluklara rağmen şehri kahramanca savunan Şükrü Paşa ve şanlı askerlerinin aziz hatıraları, şimdi Kıyık tabyalarında inşa edilen Şükrü Paşa ve Balkan savaşları Anıtı ile diri tutulmaya çalışılmakta.
Balkan Savaşları Müzesi ve Şükrü Paşa Anıtı’na Edirne merkezden 2 kilometrelik bir yolculuktan sonra ulaşabilirsiniz. Haftanın her günü 09.00 – 18.00 arasında ücretsiz ziyaret edilebilir. Görmeniz dileğiyle
Karşıdan bakıldığında soğuk nevale gibi görünsem de dostluklara büyük önem veririm. Telefon ile konuşmayı sevmeyen biri olarak uzun zaman arayıp sormasam da bir şehre uğradığımda mutlaka dostlarımı ziyaret ederek göz teması sağlayabileceğim sohbetler etmeye gayret etmişimdir.
Zaten daha Çorludan Edirne’ye gelmek üzere trene bindiğim andan itibaren aklımdaydı arkadaşım Mehmet Altıntren.
Kendisine bir ömür mutluluklar diliyorum.