Akşam ABAK ateşinin etrafında içtiğim fermente edilmiş (mey)ve suyunun etkisiyle gecenin büyük bir bölümü deliksiz bir uyku ile geçirdiğimi söyleyebilirim. Fakat gecenin bir yarısı garip sesler sebebiyle uyandım.
Çadırı kurarken rüzgârın estiği yöne göre üç yerden ip ile sıkı sıkıya bağlamıştım. Her şeyi hesapladığımı sanan benim unuttuğum şey ise burasının Alaçatı olduğuydu. Gece rüzgârın yön değiştirmesiyle o bağlamadığım tek ipin olduğu yerden çadırın altına giren hava çadırı şişirip garip sesler çıkmasına sebep oluyordu. Anlaşılan rüzgâr sörfçülerine büyük kolaylık sağlayan akıntı ile aynı yönde esen rüzgâr aynı kolaylığı bu gece bize göstermeyecekti.
Bir süre bu durumu umursamayarak uyumaya çalışsam da bir süre sonra ne yazık ki sıcacık uyku tulumunun içinden çıkmak zorunda kaldım. Zira rüzgâr oldukça şiddetlenmiş çadıra zarar verebilecek şiddete ulaşmıştı. Gecenin bir yarısı çadıra destek olması için bisikletimi rüzgârın estiği yöne yerleştirerek boşta kalan ipi bisiklete bağlayarak çadırı sağlama aldım. Neyse ki bu önlemler neticesinde kendi adıma hiçbir zarar ziyan olmadan sabahı edebildim.
Daha sonradan duyduğuma göre gece birkaç çadır zarar görmüş. Söylemesi ayıp dün rüzgâr estikçe kamp alanındaki loap marka çadırlara bakıp evdeki çadırım için bir pola ihtiyacım olduğundan “-keşke bir pol kırılsa.” Diye iç geçirmiştim.
Dileğim kısmen gerçekleşti ama ne yazık ki hiçbir pol bana yar olmadı.
Vallahi bu dileğim loap berg 2 çadırlar için geçerliydi. Şafak ağabey özür diliyorum. 🙂
Yapacağımız bisiklet turunun büyük bölümü İzmir Büyük Şehir Belediyesi tarafından gerçekleştirilen, Çeşme Yarımadası“sürdürülebilir” kalkınma projesinin bir parçası olan “Efes-Mimas Bisiklet Rotaları”nın üzerinde geçecek bu şekilde bu rotanın tanıtımı ve değerlendirilmesi için küçük bir katkı sağlayacağız. (zaman içinde tüm rotaları wikiloc hesabımda paylaşacağım.)
Alaçatı Surf Merkezi’ndeki kamp alanından başlayarak, Selçuk’da son bulacak olan “Ionia” temalı ABAK turu an itibariyle başladı. Her gün başka bir kamp alanında çadır konaklamalı yapacağımız turda kendi yükümüzü kendimiz taşıyacağız.
Benim için ABAK turunu diğer pek çok turdan ayıran en önemli fark kişisel ya da kurumsal kar amacı gütmemesi ve ABAK gönüllülerinin samimiyetinden şüphe duymamamdır. Bu bağlamda bende gönüllü olarak turda artçı ve teknik destek yardımcısı olarak vazife başında olacağım.
Tur boyunca ön taraflarda elbette Şafak ağabey gibi vazife başında olacaklar vardır ama oralarda ne yaşanacağını ben bilmiyorum. En arkada Tıbbi destek olarak Mete Güney, artçı-teknik destek Urimbaba ve yardımcısı olarak ben Ferdimen; “Alem, alem yaparken biz derde derman olma peşinde olacağız.” diyebilirim.
Sabah erkenden uyanıp, yola çıkıldı. Kahvaltı Alaçatı’da şehir içinde yapılacak. Tabi biz arka üçlü olarak pek acele etmedik.
Tam kamp alanından çıktık henüz 100 metre gittik gitmedik daha ilk rampada Salih ağabeyin arka aktarıcısı kırılıyor. Hoop “dakika bir, gol bir.“ dedikleri bu olsa gerek. Tabi bu durumda yapabileceğimiz pek bir şey yoktu. Üzülerek Alaçatı’da bulacağı bisikletçide sorunu gidermesini umarak yanından ayrıldık. Neyse ki birkaç saat sonra sorunu çözerek tekrar aramıza katıldı. Yoksa tur onun için başlamadan bitebilirdi.
Kaybettiğimiz vakti telafi etmek ve kahvaltıya yetişmek gayesiyle kışın soğuğu yazınsa sıcağı geçirmeyen ponza taşıyla yapılmış binaların olduğu şehrin parke taşlı dar sokakları arasında yoğun bir mesai harcadık. Gösterdiğimiz bu üstün gayretin karşılığını Alaçatı’ da kahvaltı mekânına geldiğimizde aldık. Açık büfe ve menüde yok yoktu. Meğer boşuna telaş yapmışsız kıyıda köşede kalan kırıntılarla bile doyarmışız.
Kahvaltının ardından 09.00 gibi herkes Ilıca plajına doğru harekete geçti, Otobüsle yeni gelenleri saymazsak neredeyse herkes.
Alem Ilıca plajında turun ilk prodüksiyonunu yaparken biz ne ile uğraşıyorduk kim bilir.
Hava rüzgârlı olduğu için programda olan Ilıca plajındaki deniz keyfi iptal edilip yola devam edildiğinden olsa gerek yolda bizden başka kimse yoktu.
Aslında böyle olmasının başka bir nedeni de tura katılmak için yapılan başvurular değerlendirirken daha önce kamp ve tur tecrübesi olup olmadığının önemli bir kıstas olması olabilir. Eğer bu olmasaydı Mimas dağından yani karşıdan esen şiddetli rüzgâr karşısında pek çok kişi geride kalabilirdi. Ya da yapılan sıkı kahvaltı bunun önüne geçmiş olabilir.
Bir süre sonra sabah bisikleti arızalanan Salih ağabey ve yolu bilmediği için ona bekleyen Baattin ağabeyde bize yetişiyor. Tamam, arkada kimse kalmadığına göre gönül rahatlığıyla Ildır’a doğru devam edebiliriz.
Ildır’a geldiğimizde bizi Erythrai antik kentinin akropolüne ev sahipliği yapan tepe ve onlarca küçük teknenin bulunduğu koy manzarası büyülüyor. Neyse ki büyük fedakârlık yaparak turda motosiklet ile görevli olan arkadaşların yönlendirmesiyle kendimize gelerek Ildır köy meydanına doğru ilerliyoruz.
Biz artçılar olarak saat 11.30 civarında Ildırı köy meydanında olduğumuza göre programın biraz önündeyiz. Bu da burada fazladan geçireceğimiz zaman anlamına geliyor.
A o da ne? Balık ekmek ziyafeti var. Sabah yapılan sağlam kahvaltıdan sonra daha tam olarak acıkmasak ta hemen birer tane ekmek arası balık ve ayran alarak bir kenara çöküp afiyetle mideye indiriyoruz.
Ne demişler;
“Yemek gördüm mü otur, dayak gördüm mü kaç.” 🙂
Daha sonra Antik kentin en görkemli eseri olan 2300 yıl öncesine ait 8000 kişilik tiyatroda toplanarak Serhat ağabeyin anlatımlarıyla turumuzun ilk antik kentini gezmeye başlıyoruz.
Erythrai kenti bugünkü adıyla Ildırı birbirinden farklı büyüklükteki 14 küçük adacığı kucaklayan büyüleyici bir koyun kıyısında kurulmuş. Tarihi Milattan 3000li yıllara kadar uzanan İon birliği üyesi 12 kentten biri olan İon deniz kenti kurulduktan sonra hızla zenginleşip kültürel bakımdan çevresini etkilemiş.
M.S. 334 yılında Büyük İskender’in Anadolu’ya girmesiyle bağımsızlığına kavuşmuş. Roma ve Bizans döneminde eski önemini yitiren kent 11. yüzyılda Çaka bey’in Çeşme’ye gelmesiyle Türklerin yönetimine geçmiştir. Neredeyse 4300 yıl aynı isimle anılan şehir 1333 yılında hoşgörü iddiasında olan bir dinin temsilcileri tarafından Ildırı olarak değiştirilmiştir.
Mübadele yıllarında aynı hoşgörü dininin temsilcilerinin torunları Rum nüfustan kalan Matrone kilisesinin kubbesindeki kurşun levhaların kendilerine getireceği kazanç için söküp kiliseyi harap etmişler. ne hoşgörü ama..
Şehrin en yüksek noktası olan bu tepeden, içinde irili ufaklı 14 adanın bulunduğu manzarayı izlemenin doyumsuz olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Bu büyüleyici manzaraya bakarken insana “efsaneye göre Foça’da denizcileri büyüleyerek gemilerini kayalıklara çarptıran sirenler değil de bu eşsiz manzaranın kendisi olabilir mi?” diye düşündürüyor. Kim bilir.
Günümüzde gözden uzak bir deniz kasabası olan Ildırı, şehrin gürültüsünden kaçmak için huzur verici sakın bir köşe gibi. Şimdiye kadar gelmediyseniz, mutlaka gelin.
Gezinin ardından programa sadık kalarak 13.30 civarında Ildır’dan çıkarak Barbaros köyüne doğru pedal basıyoruz.
Programa göre Önümüzde bizi bekleyen 7–8 kilometre TATLI !! YOKUŞLAR vardı.
Eğim arttıkça geride kalanlar artmaya başlıyor bizde artçı olarak üstümüze daha fazla iş düşmeye başlıyor. Bizde üstümüze düşen vazifeyi yerine getirerek süpürerek ilerliyoruz.
Fakat artçılık ileri derecede sabır gerektirdiğinden bir süre sonra dayanamayarak birazda arkada Urimbaba ve Mete ağabeyin olmasına güvenerek bir hışımla çıkıp geçiyorum.
Bir hışımla geldi geçti beh beh beh beh
Kızıloğlu Ferdimen Bey hey hey heey
Şu dağları deldi geçti
Ağam kim, paşam kim,
Hanım kim, nigâr kim, kim, kim, kim, kim
Kızıloğlu Ferdimen Bey
Bir beyin oğlu
Remzi’in oğlu
…
Urimbaba ve Mete ağabey arkada kalanları süpürürken ben zirveye çıktıktan kısa bir süre sonra hızımı alamayarak bayır aşağı yaldır, yaldır inerek Kadıovacık köyünü pas geçerek Barbaros köyüne geldim.
Ben Ildır’da yediğimizi balık ekmeği öğlen yemeği sanırken meğer o ara öğün Barbaros köyündeki öğlen yemeğiymiş. Sanırım bu turda pek çok kişi kilo alacak. Ben keşkek’ten pek haz etmediğim için yediğim salatanın şimdilik böyle etkileri olacağını sanmıyorum. Emin değilim ama bulgur pilavı da varmış ama sanırım ben geldiğimde bitmişti.
Saat 16.00 gibi İçmeler kamp alanına doğru Koca gölünü solumuza alarak yolumuza devam ediyoruz.
Gölet kenarındaki tabelada “Fatmagül’ün Suçu Ne” dizisinin başladığı gölet tabelası dikkat çekiyor. Binlerce yıllık kültürel değerlerin kıymetini bilmeyenlerin kıytırık bir dizinin yaratacağı değerden medet umuyor olmaları ne kadar acıklı ve komik.
Utanmasalar “Fatmagül bu göl kıyısında tecavüze uğradı” yazacaklar.
Bilindiği üzere bu dizide tecavüze uğradıktan sonra tecavüzcüsü ile evnenmek zorunda bırakılan mağdurun hikayesi anlatılıyordu ve halkımız bu hikayeyi çok sevmişti. Çok şükür son zamanlarda seçilmişlerimiz çıkardıkları yeni yasalar ile yeni Fatmagüllerin tecavüzcüleri ile evlenmek zorunda bırakılmalarının önünü açtılar. Artık memleketin pek çok yerine buna benzer hikayeler izleyip gönül rahatlığı ile buna benzer bir tabela dikebilirsiniz sevgili halkım.
“—Hünkârım haddimi aştım, kellemi bağışla!”
Düz yolda Şafak ağabey ile sohbet ederek Birgi, Uzunkuyu ve Zeytinler köyünü geçiyoruz. Başlangıçta Her zaman önden gitmesine alıştığım şafak ağabeyin neden geride kaldığına anlamasam da sohbetimizin ilerleyen dakikalarında asıl maksadını nail oluyorum.
Burnuma kahve kokuları geliyor. 🙂
Zeytinler köyünden yaklaşık 1 kilometre daha yol aldıktan sonra Tatar köprüsüne geldik.
Tatar köprüsü eskiden burada faal olan yol üzerindeyken daha sonradan otoyol açılması nedeniyle eski önemini yitirmiş olsa da halen sağlam ve kullanılabilir durumda. Yaklaşık 30 metre Yüksekliğinde 5–6 metre genişliğinde.
Tatar çayının üzerinde olduğundan Tatar Köprüsü diye adlandırılan köprünün, Zeytinler köyüne yakınlığı sebebiyle Zeytinler köprüsü ya da Kokar koy yolu üzerinde olduğundan da ayrıca Kokar koy Köprüsü diye de anılmakta.
Alem,alem yaparken biz arkada dert çekiyorduk. Artçı olmanın az da olsa kazanımları oluyor. Şimdi alem sırası bizde, gizli kapaklı olunca da bir başka oluyor. 🙂
Herkesten gizli yürüttüğümüzü sandığımız kahve operasyonunda son anda Gürel’ler tarafından baskına uğruyor ve ifşa oluyor. Urimbaba sus payı olarak ikinci defa cezveyi ateşe sürüyor.
Kahveler içildikten sonra tatar köprüsüne veda ederek kamp alanına doğru yola koyuluyoruz.
Gayet uslu bir şekilde düz yolumuzda ilerlerken birden şeytana uyarak Roma hamamına doğru gidon kırdık. (Şeytanı bahane etmesem olmaz, rivayete göre ademe secde etmeyen koskoca şeytan bizim keyfimizin kahyalığını yapacak değil ya.)
Birkaç gün önce Salih ağabey ile buraya geldiğimizde girememiştik ama bugün sudan çıkmak istemedim. Sıcacık suda mis gibi geldi hani.
Hamam sefasının ardından tekrar yola koyulduk. Birkaç saat rötarlı şekilde kamp alanına gelmiş olsak da buna değdi doğrusu.
Kamp alanına gecikmeli gelişimizin aksine yemek masasına tam vaktinde oturduk. 🙂
Yemeğin ardından hepimiz yakılan ABAK ateşin etrafında toplanarak Serhat ağabeyin memleketin çeşitli şehirlerinden gelen ABAK gönüllülerine, yerel bisiklet grupları temsilci ve sözcülerine söz vermesiyle herkes kendi çevrelerinde kısaca neler yaptığından bahsetti.
Gecenin ilerleyen saatlerine kadar sohbet devam etti daha sonra herkes çadırına çekildi. Dün gece rüzgâr ile cebelleştiğim için bundan ders çıkararak kuytu bir köşeye kurduğum çadırımda bende deliksiz bir uyku çektim.