Dün sabah yaşadığım toparlanma telaşını tekrar yaşamamak için bugün işi daha sıkı tutarak sabah 06:30 gibi uyandım.
Kahvaltı ve hazırlanma faslının ardından geceyi geçirdiğimiz dere kenarından karayoluna çıkarak yola koyulduk.
Her ne kadar kabul etmek istemesek de bugün bir zorunluluk söz konusu. Geçmiş günlerde gezgin ruhuna uygun olarak “nerede trak orada bırak” havası mevcutken, bugün diğer günlerden biraz farklı olarak varmamız gereken bir hedefimiz var. Zira yarın sabah Denizli Bisiklet Festivali başlayacak bu sebepten bu akşam Denizli’de olmamız gerekli. Mecbur değiliz ama olsak iyi olur.
“Gezgin bir yere varmak için değil, görmek için seyahat eder.”
— Goethe
— Goethe
Sarıkaya rampasını çıkmadan evvel yol üstündeki çeşmeden su takviyesi yaptık nitekim önümüzdeki birkaç saat içinde oldukça su kaybedecek olmamızdan dolayı ihtiyaç duyacağız.
Ha gayret İğdeli köyüne kadar sürecek olan tırmanış başladı. Başlamak bitirmenin yarısıymış derler ama diğer yarısı için yaklaşık olarak 1,5–2 saat pedal basmamız gerek.
Birkaç gündür düz ovaya alıştığımızdan bugün zorlu geçecek. Böyle bir durumda bizi kendinizden başka hiç kimse kurtaramaz.
“Zorluk sadece kendi kimliğimizi tanımamıza yardımcı olsun diye yaratılmış bir enstrüman ismidir.”
Etrafı yükseltilerle çevrelenmiş derin vadilerden yukarılara baktıkça ulaşılmaz gibi görünen sarp tepeler irademiz karşısında yenilerek çok aşağılarda kaldığından gözümüzde ufalarak neredeyse yok oluyor. Tırmandıkça ufkumuz açılıp, görüş alanımız genişliyor.
Zorlu rampalar ardından iki saat pedal bastıktan sonra kendimizle girdiğimiz savaşı kazandık.
“Bir kişinin kendi kendini yenerek kazandığı zafer, bir başkasının savaşta bin kişiyi bin kez yenerek kazandığı zaferden iyidir.”
“Bir kişinin kendi kendini yenerek kazandığı zafer, bir başkasının savaşta bin kişiyi bin kez yenerek kazandığı zaferden iyidir.”
Ben tepe noktaya önce çıktığım için birkaç çay içerek bir müddet Urim baba’nın gelmesini bekledim. Bu arada tırmanış oldukça terlettiği için kıyafetlerimi değiştirmeyi ihmal etmedim. Urim baba’da geldikten sonra birkaç çayda beraber içerek molaya bir süre daha devam ettik.
Molanın ardından tekrar yola koyuluyoruz. Karşıdaki bulutların ve yolun durumu yağmurun habercisi gibi. Hemen yağmura karşı tertibat alıp hazırlandık.
Manisa il sınırında bize hoş geldiniz diyen yağmur Uluderbet’e kadar süren iniş esnasında aralıklarla halimizi hatırımızı sordu.
Uluderbet’te yediğimiz yemeğin ardından üstün harita okuma ve yön bulma kabiliyetimizi kullanarak Uluderbent’ten Alaşehir–Sarıgölistikametine yönelmek yerine Çiftlikdere,günyaka ve kızılçukurlarköylerinden geçerek Manisa–Denizli karayoluna çıkma planladık. Zira bunu yapmamış olsaydık Afşar barajına doğru Sarıgöl’e kadar bayır aşağı inecek olmamıza rağmen bundan sonra indiğimiz kadar beklide daha fazla mesafeyi tırmanmak zorunda kalabilirdik
Tüm zorluklara rağmen arkamızda bıraktığımız dağları keyifle izleyerekzafer sarhoşluğu içinde sakin yolların tadını çıkararak ilerledik.
Elbette arada sırada bisikletten inmemizde icap etti. Zira yokuşlar oldukça dikti. Her zaman gereksiz yere bünyemizi zorlamamakta fayda var, Yolumuz uzun.
Batman Kara şövalye filminde Joker’ın bir repliği vardı. Bize adapte etmek gerekirse
“bisikleti neden kullanıyorum bilmek ister misiniz? Araçlar çok hızlı, küçük duyguların tadına varamıyorsunuz.”
“bisikleti neden kullanıyorum bilmek ister misiniz? Araçlar çok hızlı, küçük duyguların tadına varamıyorsunuz.”
Aslı şöyle idi;
“bıçakları neden kullanıyorum bilmek ister misiniz? Silahlar çok hızlı, küçük duyguların tadına varamıyorsunuz.”
“bıçakları neden kullanıyorum bilmek ister misiniz? Silahlar çok hızlı, küçük duyguların tadına varamıyorsunuz.”
Dört bir tarafı üzüm bağları ile çevrili sakin köy yollarını ardımızda bırakarak Manisa–Denizli karayoluna ulaştık.
Kısa bir müddet sonra Denizli il sınırına giriş yaptık. Denizli’ye bisikletle ilk kez 2013 yılında yaptığım turda gelmiştim bu ikinci kez gelişim, emin olun sonucu değil.
Arada sırada inişler çıkışlar olsa da genelde yokuş aşağı olan yolda lokomotif gibi seri şekilde pedal çevirerek ilerledik.
“…Lokomotif, yorgun argın kemiriyor mesafeleri.
Mesafeler, tekerleklerin altında eriyor sanki.
Çeh Çehh Çehh Çehhh!”
Mesafeler, tekerleklerin altında eriyor sanki.
Çeh Çehh Çehh Çehhh!”
Biliyorum, ilerisi uçurum.
Fakat sen yürü yavrum.
Gerisi beter, gerisi malum…”
(Bkz: Erkin Koray – Hayat Katarı)
Fakat sen yürü yavrum.
Gerisi beter, gerisi malum…”
(Bkz: Erkin Koray – Hayat Katarı)
Denizli il sınırına girdikten sonra yol üstünde iştahımızı kabartan meyveleri toplamak haricinde neredeyse hiç duraksamadık diyebilirim.
Bir ara anayoldan ayrılıp Tosunlar köyüne girmiş olsak da tekrar anayola girerek Sarayköy’e geldik.
Yol ve hava koşulları lehimize olduğundan düz yolda rüzgârda arkada olduğundan son sürat giden bir otobüsün cam kenarından Babadağ manzarasını izler gibi hızlı bir şekilde yola devam ettik.
Bu arada nasıl hızlı gittiysem Urim Baba geride kaldığından yol ayrımına geldiğimde onu bir süre beklemem icap etti.
Meğer Urim baba İzmir’den araçları ile gelen ahbapları ile karşılaşıp bir süre sohbet ettiği için geride kalmış. Yoksa bu şartlarda Urim baba bu yolda bana nal toplatırdı. 🙂
İzmir ve Manisa yağmuru yedikten sonra Denizli’de de bir yağmura yakalanmak beni şaşırtmazdı ama bu sefer şanslıydık. Yağmur biz gelmeden bir süre önce yağmış ve geçip gitmişti. Yollar sanki biz geliyoruz diye hususi temizlenmişçesine pırıl olmuştu. Navigasyonyardımıyla denizli yollarında ilerleyerek kamp alanına doğru intikal ettik. Kamp alanına geldiğimizde ahbap sohbetleri eşliğinde bizim için ayrılmış yemekleri yedikten sonra sakin bir köşeye çadırlarımızı kurarak istirahata çekildik. Çadırı önce de kurmuş olabiliriz. 🙂
Bitti.
[advanced_iframe src=”https://tr.wikiloc.com/wikiloc/spatialArtifacts.do?event=view&id=10067395&measures=on&title=on&near=off&images=on&maptype=H” width=”100%” height=”650″]