“Bazen bir bisiklet turunu yapmak, onu yazmaktan daha kolay.”
Bugün her nedense bir rahatlık çöktü üstüme. Sabah 08:30 gibi kalkmış olmama rağmen kahvaltıydı bulaşıktı derken toparlanmam 10:00 u yola çıkmam ise 11:00 i buldu.
Buna sebep İzmir yolculuğunda psikolojik sınır olan Çanakkale’yi aşmış olmam olabilir. Buraya kadar geldim ya bundan sonrasını her türlü giderim. hepi topu 200–250 km sonra İzmir Pedallarımın altında. Bilemedin 300 olsun.
İntepe’yi 7-8 km geçtikten sonra “Kumkale şehitliği” tabelası istikametine saparak Halileli köyüne ulaştım.
Halileli köyünü geçtikten bir süre sonra bu arkadaşlar yoluma çıkıp hede hödü ettiler. “-Aklınızı başınıza devşirin ve kendinize gelin geldiğim yerde sizin alanızı defettim.” Demem üzerine sessizce kenara çekildiler. Biz çok hırlama gürleme gördük.
Hafif bir tırmanış ardından 1-2 km sonra önüme gelen kavşaktan sağa saparak Tevfikiye köyüne doğru yoluma devam ettim.
Tur boyunca ziyaret edeceğim pek çok yerin kapısına açacak olan sihirli anahtarı aldım. Zaten buraya asıl geliş sebebim Truva’yı gezmekten çok Müze kart almaktı. Gelmişken Antik kenti gezmeden de olmaz.
Efsaneye göre Truva Kralı Priamos bir gece bir rüya görür ve hemen soluğu kâhinlerin kapısında alır. Kâhinlerde rüyayı yorumlar ve krala doğacak çocuğunun ülkesinin felaketine sebep olacağını söylerler. Bunun üzerine Kral ülkesini kurtarmak için doğan çocuğunu öldürmek üzere birisini görevlendirir. Fakat görevli kişi Paris’i öldürmek yerine nasıl olsa vahşi hayvanlar öldürür düşüncesiyle ida dağının eteklerinde ölüme terk eder.
Efsane bu ya Paris’i bir süre dişi bir ayı tarafından emzirilir ve daha sonraları İda dağında çobanlık yapan Agelaos çocuğu bularak eve getirir. Büyüyüp yaman ve güzel bir delikanlı olur.
Paris; İda dağındaki mutlu yaşamını sürdürürken Olympos‘da da bütün tanrılar şölen yapmaktadırlar. Fakat Her şeyi bilen ve gören Olympos’lu Tanrılar nasıl olduysa Kral Peleus ile deniz perisi Thetis’in düğününe Eris’i yani Kavga (Nifak) tanrısı çağırmayı unuturlar. Sonuçta Eris düğüne çağırılmadığı için çok içerler ve öcünü almak için düğüne davetsiz olarak gidip ortaya üzerinde “en güzele” yazan bir altın elma atar. İşte kıyamet bu elmanın ortaya pat diye düşmesinden sonra kopar.
Üç Tanrıça: Hera, Aphrodite ve Athena en güzelin kendileri olduğunu iddia edip elmaya sahip çıkmaya çalışırlar. Sonunda Tanrılar Tanrısı Zeus’a sorarlar en güzelimiz kim diye. Ama Zeus malum zeki bir Tanrı hiç Tanrıçalar arasındaki kavgaya karışıp ta başını belaya sokmayı göze alır mı? Düşünür taşınır ve sonunda Tanrıçaların en güzelinin hangisi olduğu konusunda karar vermesi için Truva Kralı Priamos’un oğlu Paris’i görevlendirmeye karar verir.
Ağaç altında otururken üç güzel tanrıçanın yanına gelip niyetlerini açıklamasıyla önceleri şaşıran Paris, Hera’nın Asya Kralı olma, Athena’nın akıl ve başarı verme vaadine aldırmayarak. Afrodit’in kendini güzel seçtiği taktirde dünyanın en güzel kadınına sahip olacağını söylemesi üzerine Paris altın elmayı Afrodit’e uzatır. O da kendince haklı, ölüme terk edildiği dağda kadına hasret kalmış olmalı. Truva’da sarayda kadınların içinde kalsaydı kim bilir seçimi farklı olabilirdi. (Dünyanın ilk güzellik yarışması ile birlikte ayrıca dünyanın ilk rüşvet olayı da bu topraklarda gerçekleşiyor.)
Paris; En güzelin belirlenmesinden sonra ise Tanrıça’nın kendisine vaat ettiği ödülü almak için Sparta’ya Menelaos’un sarayına gitti. Menelaos, misafirperverlik geleneğine uygun olarak Paris’i çok iyi ağırladı. Ne var ki Menelaos’un acilen Girit’e gitmesi gerekiyordu. İşte bu tam da Paris’in beklediği fırsattı. Kral Meneleos, yolculuğa çıkar çıkmaz Paris Helena’ya alıp Truva’ya kaçırdı. Bundan sonra da olanlar oldu.
Menelaos tüm diğer Akha kentlerinin krallarını ve ordularını da yanına alarak Mykenai kralı Agamemnon’un önderliğinde Truva’ya savaş açtı. On yıl süren bu savaşın sonunda Akhalılar Truva atı hilesiyle kente girip mağlup ettiler Truva’yı. O güzelim Anadolu kentini tüm zenginlikleriyle birlikte yağmaladılar, halkını esir ettiler.
Sonuçta Kâhinlerin Paris hakkındaki kehaneti gerçekleşmiş ve Truva onun yüzünden yok olup gitmiştir.
Her ne kadar Türkiye’nin dünya mirası alanları arasında yer alıyor olsa da Hollywood yapımları olmasa kimsenin “-Şurada Truva diye bir antik kent varmış” deyip yüzüne bakmayacağı bir diyar daha ardımda kalırken, şimdiye kadar buraya gelmemekle pekte bir şey kaybetmediğimi söyleyebilirim. Ama siz yinede gelin her şeyi yerli yerinde gözlerinizle görün.
Her neyse biz yolumuza bakalım. Yaklaşık 20 dakika sonra anayola çıkarak İzmir’e doğru olan yolculuğuma devam ettim.
Sağa doğru giden Bozcada yoluna geldiğim Taştepe mevkiinde adında da anlaşılacağı üzere yavaş yavaş tırmanış başladı.
Tırmanışı tamamladıktan sonra hakkım olan aşağı inişi gerçekleştirdiğimde Kara Menderes Çayı serin suları ile beni karşıladı.
Hazır Kara Menderes Çayına gelmişken başka bir efsaneden bahsedeyim. Yani antik çağdaki ismiyle Skamandros’un suyunun bir özelliği içinde yıkanan koyun, keçi ve başka hayvanların yün ve kıllarına parlaklık vermesidir ki; Truva bakireleri de, gelinlik çağına gelince, düğünün arifesinde Skamandros çayında yıkanırlar ve ona; “Ey Skamandros, kızlığım senin olsun” diye bağırırlarmış. Hatta Kaz dağları’nda Paris’in huzuruna çıkacak ve güzellik kraliçesi seçilecek olan üç tanrıça da tenlerinin parlak olması için Skamandros çayının sularında yıkanmışlardır.
Ezine’de biraz dinlendim ve alışveriş yaptım. Daha sonra güneşinde etkisini iyice kaybetmeye başlamasıyla biraz tempo yaparak, bütün gün kaybettiğim zamanı bir nebze olsa geri kazanmak için fazla oyalanmadan hızlı bir şekilde Ayvacık’a varma gayretine girdim. Hem yol ve hava koşulları buna müsaitti.
Bu şekilde bir vakit tempolu bir sürüşün ardından Kazdağılarında pedal basmak için İstanbul’dan Çanakkale’ye gelen Kadir Ağabey ile karşılaştım bir sürede onunla beraber yol aldım. Ayvacık’a 2-3 km kala bir mola verdik. Fakat ben molayı biraz erken sonlandırarak önümde kalan rampayı tempolu bir şekilde çıkarak Ayvacık’ta bulunan piknik alanında Kadir ağabeyi beklemeye koyuldum.
Bu arada merak edenler için yollarda her zaman güzel şeylerle karşılaşmıyoruz. Resimde görünen iş makinesini kullanan zat ile küçük bir tartışma yaşadık.
Bu alana geldiğimde her hangi bir çalışma ve çalışma alanı olduğunu gösteren bir levha yada şerit olmadığı için resimde görünen kesilmiş ağaç kütüğüne bisikletimi dayayarak hemen yandaki çeşmeden su doldurdum. Tam bisikletime doğru yol almıştım ki seslenmeme ve bisikletimi almam için müsaade istemiş olmama rağmen hemen yandaki şu anda karede bulunmayan kütüğü almak suretiyle bisikletimin düşmesine sebebiyet verdi. Vs.vs…hay bin kunduz! *#%#\*½*#*#£$£#½$½£
Bu alana geldiğimde her hangi bir çalışma ve çalışma alanı olduğunu gösteren bir levha yada şerit olmadığı için resimde görünen kesilmiş ağaç kütüğüne bisikletimi dayayarak hemen yandaki çeşmeden su doldurdum. Tam bisikletime doğru yol almıştım ki seslenmeme ve bisikletimi almam için müsaade istemiş olmama rağmen hemen yandaki şu anda karede bulunmayan kütüğü almak suretiyle bisikletimin düşmesine sebebiyet verdi. Vs.vs…hay bin kunduz! *#%#\*½*#*#£$£#½$½£
Kadir ağabeyi beklediğim süre içinde gelmeyince havanın yakında kararacak olmasını hesaba katarak daha fazla bekleyemeyeceğim için kendisini telefonla arayarak yoluma devam ettim. Nitekim hava kararmadan dağları aşarak düz yola çıkmaktı niyetim.
Yaklaşık bir buçuk saatlik bir tırmanışın ardından tepe noktaya ulaştım. İşin kolay kısmı tamamlandı.
Şimdi asıl sorun beni bekliyordu. Son derece dar ve dönemeçli bir yolda kamyon ve tır trafiği arasında hava kararmadan inmem gereken bir yol var. Neyse ki arada trafiği yavaşlatarak konvoy oluşmasına sebep olan araçlar oldu da onlar sayesinde güvenli bir şekilde inebildim. Bu yoldan daha önce 2-3 defa tırmanmış olmama rağmen ilk defa iniyordum. İnerken de “Zamanında iyi tırmanmışım vallahi helal olsun bana.” demekten alamadım kendimi.
Saat 20:00 olduğunda hava tam kararmadan Küçükkuyu’ya gelmeyi başardım. Bu gece nerede kamp kuracağım belli olmadığı için tedarikli olmak için akşam ve sabah için alışveriş yaparak yoluma devam ettim.
Hava ve yol koşulları gece güvenli bir şekilde yolculuk yapmaya elverişli olduğundan, bir yandan mümkün olduğu kadar mesafe kat etmeye çalışıyor bir yandanda kamp kurabileceğim uygun bir yer kolluyordum. Nihayetinde ortalama bir saatlik bir gece yolculuğundan sonra Altınoluk’ta belediyeye ait son derece güzel bir parkta kamp kurdum.yemek yedikten sonra bir sonraki gün için dinlenmeye çekildim.
[advanced_iframe src=”https://tr.wikiloc.com/wikiloc/spatialArtifacts.do?event=view&id=10037839&measures=on&title=on&near=off&images=on&maptype=H” width=”100%” height=”650″]