

Ezine’ye varıncaya kadar 1–2 rampa haricinde yolun büyük çoğunluğunu bayır aşağı gittim.

Bir Ferdimen atasözü der ki;
“Balata kokusu ve rüzgâr türbininin olduğu yerlerde her zaman çekinmek gerekir. Çünkü oralarda ya Rampa vardır ya da Rüzgâr.”

Ezine’de fazla oyalanmadan yolma devam ettim.

Ezine’yi geçtikten bir süre sonra rüzgâra karşı olan yolculuğumda birkaç zorlu rampa çıkmak zorunda kaldım.

Güzelyalı civarında Çanakkale Boğazı ve özellikle Trakya topraklarının bir bölümünü oluşturan Gelibolu yarımadası görünce yaşadığım heyecanı kelimelerle anlatmak mümkün değil.

Rüzgâr beni oldukça zorladı Ezine-Çanakkale arsındaki yol bana neredeyse ölüm geldi. Zorda olsa 16.30’da Çanakkale’ye geldim.


Aslında bu istikamette yolculuk yaparken Çanakkale-Lapseki karayolunun kullanılması mesafe açisindan oldukça mantıklı bir seçenek olmasına rağmen. 42 günlük Memleket özlemi ağır bastığı için Çanakkale’den Eceabat’a feribotla geçerek Eceabat-Gelibolu karayolu kullanmayı uygun gördüm.

Feribottan indiğim gibi Eceabat’a ilk adımımı attığımda yurtdışında uzun süre kalarak memleketine dönen gurbetçi gibi eğilip toprağı öpmek istedim. O ilk adımda evime gelmişçesine huzurluydum.


Rüzgâra karşı yaklaşık 3,5 saat pedal çevirdikten sonra Gelibolu’ya gelebildim.

Havanın kararmasına yakın alışverişimi tamamlayarak kamp kurabileceğim uygun bir yer aramaya koyuldum. Sonunda Gelibolu çıkışında 1–2 kilometre sonra bir petrol istasyonuna geldim. “-Çadır kurabileceğim uygun bir yer var mı?” sorusuna olumlu cevap alınca. Hemen çadır kurma hazırlıklara başladım.

Yanıma istasyon çalışanlarından bir ağabey gelip “Çadır kurmakla hiç uğraşma, gel burada misafirhane var. Burada yat.” Dedi.
