
06.00 dolaylarında uyanmış olmama rağmen kahvaltı, toparlanma derken yola çıkmam 08.00 buldu.

Bir süre yol aldıktan sonra Göcek rampasına geldim. Rampayı çıkmak yerine gişeler diğer tarafta olduğu için yasak olmasına rağmen tüneli kullanarak kolaylıkla bu engeli aştım. Ama siz imamın dediğini yapın. Ama yaptığını, yapmayın.
Tünel gişelerine geldiğimde görevliler hali ile durdurdu. Kısa bir sohbetin ardından şakayla karışık “cezayı plakaya yazın.” diyerek yoluma devam ettim. Bir süre sonra Göcek’e geldim. Zaman, zaman karşılaştığım meyve ağaçlarında verdiğim kısa molaları saymazsak hiç vakit kaybetmeden yoluma devam ettim.
Saat 10.00 gibi Ortaca’da alışverişin ardından ana yoldan ayrıldım. Gölbaşı, Kemaliye, Okçular köylerini geçerek öğlene doğru Dalyan’a geldim.
5 lira karşılığında dalyan nehrini geçerken aklımdaki tek soru “–buraya neden köprü yapmıyorlar.” oldu. Bu sorunun cevabını daha sonra çandır köyü kültür evinde buldum.

Karşıya geçtiğim gibi beni kaya mezarlıkları karşıladı.

1–2 kilometre ilerledikten sonraysa Kaunos antik kenti karşımdaydı. Hemen şehri gezmeye başladım.

Bir hâkim tepelere çıkıp antik Kaunos kentine baktım. Bir aşağı inip tam tersini yaptım.

Deniz ve nehir kenarını kurulan pek çok antik şehir gibi (Patara, Efes, Truva, Milet) gibi Kaonus’da nehrin getirdiği alüvyonlar sebebiyle denizle bağını kesilmiş. O Eski zamanların liman koyu, şimdilerin sadece bir gölü niteliğinde.

Antik çağlarda şehrin zenginliğine zenginlik katıp var olmasını sağlayan nehir, aynı şekilde onun yok olmasına da sebep olmuş. Denizle bağı kesilince eski önemini yitirip zaman içinde terk edilmiş.

12.00 -16.00 saatleri arasında antik kenti gezdim. Gezilecek daha çok yer vardı ama yoruldum. Hem de hava kararana kadar köy yollarından anayola çıkmayı planlıyordum.


Yolda karşılaştığım etrafta hayranlıkla gezinen yabancı turistlerle anlaşabildiğimiz kadarıyla küçük bir sohbet ettik. Sanırım anlaştıkta.
– it’s beautiful sea.
– Yes, beautiful. All beautiful my country. This land only coal, real diamond is people.
Onların tam olarak anlatabildim mi emin değilim ama ben bu muhteşem toprakların benim ülkem olduğunu söyleyerek. Bu güzelliğin sadece kömür parçası olduğunu, gerçek elmasların bu ülkenin insanları olduğunu anlatmaya çalıştım.


Ardında köyden ayrılıp rampaları ine-çıka Köyceğiz gölü kıyılarına geldim. Kıyı boyunca kısmen rampa olmayan yoldan ilerleyerek Çamur ve Termal banyoları ile ünlü Sultaniye köyüne geldim.

Buradan sonra göl kıyısınca kıvrıla, kıvrıla ilerleyen yolu takip ederek Hamitköy’e oradan Zaferler ve Döğüşbelen köyüne ulaştım.

Anayola yaklaştığımda hava kararmıştı. Karanlıkta Alelacele bir portakal bahçesinin içine girerek geceyi geçirip dinlenmek üzere çadırımı kurdum.
O kadar tenha bir yerdi ki bahçedeki tahminime göre kaplumbağa, köstebek vs. gibi hayvanların otlar arsındaki hareketlerinde çıkan çıtırtılar dahi duyuluyordu. Tabi tırstığım için dışarı çıkıp seslerin nereden geldiğine emin olmaktan çekindim.