Bizim müstakil evin bahçesinde yıllardır dimdik duran bir dut ağacı var. Annemin elleriyle ektiği, yıllar geçtikçe gövdesi kalınlaşan, dalları genişleyen ama hiç meyve vermeyen bir ağaç bu. Kimine göre işe yaramaz, kimine göre gölge nimeti… Yani anlayacağınız, mahallenin en tartışmalı figürü: “meyvesiz dut“.
Her sonbahar geldiğinde, rüzgârla birlikte yapraklarını döker bu ağaç. Ve ne zaman ilk yaprak yere inse, hemen kulisler başlar:
– “Ağaç pislik yapıyor!”
– “Yapraklar olukları tıkıyor!”
– “Şu ağacı kesin artık!”
Bu sözler genellikle o ağacın gölgesinde en çok oturanlardan gelir. Evet, yaz geldi mi o meyvesiz dut ağacı bir anda mahalle spa merkezine dönüşür. Altına sandalyesini atan gelir, çayını alan gelir. Terlemiş bedenler, gölgeye girince serinleyip ferahlar; sonra sonbaharda tekrar unutur bu serinliği.
Ama mesele sadece gölge de değil. Bu ağaç kuşlara da ev olmuş. Sabah cıvıltılarla uyanıyoruz. Kimisi yuva yapmış, kimisi mola veriyor. Kimi yavrularını büyütüyor, kimi şarkı söylüyor. Ne güzel değil mi?
Değilmiş bazılarına göre.
Düşünüyorum da, insan bazen ağacı bile kullanıyor. Meyve verirse yer, gölge verirse yatar, yaprak dökerse kesmeyi düşünür. Peki hiç düşündük mü: O ağaç sadece bize değil, kuşlara da, toprağa da, geçmişe de hizmet ediyor. Annemin yıllar önce diktiği bir anı belki… Biz sadece yaprağı görüyoruz ama o aslında hatıra, yuva, huzur.
Şunu unutmamak gerek:
Her şey mideye hitap etmek zorunda değil.
Bazı ağaçlar meyvesiyle, bazıları gölgesiyle değerlidir.
Bazı insanlar da öyle: Hep üretmeyebilir, hep veremeyebilir ama varlıklarıyla huzur verir. Güven verir. Kök salar.
Ağaçları sadece meyvesiyle değerlendiren toplumlar, insanları da sadece işe yaradığı sürece sever.
İşte asıl tehlike burada başlar.
Bir ağacı kesmeden önce altında kimlerin serinlediğini, kimlerin yuva kurduğunu, kimlerin çocukluk anılarını sakladığını düşünün.
Yaprak döken her canlı kıymetsiz değildir.
Ve bazen en güzel meyve, gölgedir. ?