Dün akşam erken yattığımız için sabah 07:00 civarında dinlenmiş bir şekilde uyandım.
Gökay benden daha evvel uyanmış hatta yeni kendine yeni dostlar bile edinmişti.
Bugün kat edeceğimiz mesafe hem fazla olmadığı, hem de büyük çoğunluğu bayır aşağı ve düz olduğu için pek aceleci değiliz. Yani yata yata gidebileceğimiz türden bir yolumuz var. Bunun için sakin sakin kahvaltımızı yaptık.
Kahvaltımızın bitmesine yakın kamp yaptığımız çayırın gerçek sahipleri geldiğinde yavaş yavaş suyumuzun ısındığını anlayıp toparlanıp yola koyulduk.
Önce yolumuzun üstündeki çeşmede sularımızı tazeledik. Daha sonra kamp alanımıza 100 metre uzaklıktaki Aya Nikola (Hagia Nichola) Manastırını ziyaret ettik.
Kıyıköy Aya Nikola Manastırı, Kıyıköy Kasabası Papuçdere yolu üzerinde güney yamaçta, kasabaya 700 metre mesafededir. Bizans Dönemi kaya manastırlarının en iyi örneklerindendir. Zemin katta kilise, daha aşağıda ayazma, üst bölümde ise keşişlere mahsus bölümler bulunmaktadır.
Kayalara oyularak meydana getirilmiş kademe halinde hücreler vardır. Kuzey tarafta merdivenle ayazmaya inilmektedir. Kilisenin doğusunda ikinci bir giriş daha bulunmaktadır. 19’uncu yüzyılda Rumlar tarafından kaya galerilerinin önü ahşap bir girişle tamamlanmış, ancak bu bölüm daha sonra ortadan kaldırılmıştır.
Kaynak: https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/kirklareli/gezilecekyer/kiyikoy-aya-nikola-manastiri
Bu arada Enes Burak’ın nasıl bir çocuk olduğunu söylememe gerek yok her halde. Hamdi Kaya (Tako) yıllardır manastırın gönüllü bekçiliğini yapıyor olmasına rağmen böyle çocukların tarihi değerlere zarar vermesine mani olamıyor.
Manastır gezimizin ardından Kıyıköy’ü gezmek üzere yolumuza devam ettik.
Kıyıköy, Kırklareli ili sınırları içinde ve Vize ilçesine bağlı, doğal güzellikleriyle öne çıkmış bir sahil kasabasıdır.1987 yılında belediye olmuştur ve 2015 yılındaki nüfus sayımına göre nüfusu 1948 kişidir
Beldenin bilinen en eski adı Salmydessos’tur. “Pırıltılı, kutsal, güzel yer” manasına gelmektedir. Yakın zamana kadar beldenin bilinen adı ise Midye’dir.
M.Ö. 500′ lü yılların ilk çeyreğinde Pers İmparatoru Darius’ un kudretli orduları önünde Anadolu’ dan Balkanlar’ a doğru kaçan Lidya’ lılarca yerleşim olarak kurulduğu düşünülmektedir. Tarih içerisinde Traklar, Persler, İskitler, Medler, Ceneviz kolonileri gibi birçok medeniyet hâkimiyet sürmüştür.
Kıyıköy merkezini çevreleyen surlar ve kale, İmparator Jüstinyen Dönemi’nde, 6. yy’da koruma ve gözetleme kalesi olarak inşa edilmiş. Rivayete göre bu kadar güçlü savunması olan kalenin içine girmeyi başaramayan kuvvetler, denize su almaya inen ve bu kapıyı açık unutan bir kişinin ihmali sonucu Kıyıköy’ü alabilmişlerdir.
Açık Deniz Boru Hattı yapılmadan evvelki güzel zamanlardan bir manzara.
Karadeniz kıyısındaki bu kasabanın etrafı ormanlarla çevrili olup Pabuçdere ve Kazandere dereleri de Karadeniz’e bu kasabanın iki yanından dökülmektedir.
Kıyıköy’ü iki yönden çevreleyen Kazandere ve Pabuçdere’de sazan, kefal, alabalık gibi bir sürü balık vardır. Bir sandalla hatta deniz bisikleti kiralayıp bir de yanınıza olta alırsanız o dinginlikte saatlerce kafa dinleyebilirsiniz. Derede balık avcılığı dışında da sandal, kano ve deniz bisikleti gezileri yapılıyor.
Kıyıköy’ün plajları güzel; suyu berrak ve temiz ama deniz sezonu kısadır. Denizin en iyi olduğu aylar temmuz-ağustos aylarıdır. Her yıl 5-6 kişi boğuluyor, bu yüzden fazla açılmayın deniyor. Denizin tehlikeli olabileceği zamanlarda -çok rüzgârlı, dalgalı ya da havanın yağışlı olduğu zamanlar. Açık söyleyeyim çocukluğumdan beri Karadeniz’de boğulanların hikâyeleri ile büyüdüğümden buralarda denize girmekten hep korkarım.
Antik çağlarda; Trakya’nın iç kesimlerinden antik Diyonisos Şarap Yolu üzerinden Kıyıköy limanına amforalar içinde taşınan şaraplar, buradan Avrupa limanlarına aktarılırdı. Bu yönüyle zamanında önemli bir ticari limandı, ama günümüzde ise sadece bir balıkçı barınağı niteliğinde.
Yaklaşık bir saat süren gezimizin ardından Kıyıköy’den ayrılarak Saray’a doğru anayoldan ilerledik.
Kıyıköy çıkışından deniz seviyesinden 160 metreye kadar süren 2 kilometrelik ilk dik rampa bugün göreceğimiz en zorlu mesafe.
Burayı atlattıktan sonra tırmanışın yarısına gelmiş oluyoruz. Bahçeköy ile Güngörmez arasındaki 290 metre rakımlı tepe noktaya gelene kadar ine çıka ilerleyip Saray’a kadar inişe geçeceğiz.
Kıyıköy’den 10 kilometre sonra Tekirdağ – Kırklareli il sınırına geliyoruz.
Günlerdir Edirne, Kırklareli gezerken insan memleketini özlüyor. Gurbetlik çok yaman. 🙂
Yolumuza devam edip Bahçeköy’e geliyoruz.
Bahçeköy, Tekirdağ ilinin Saray ilçesine bağlı bir Mahalledir. İlçe merkezine uzaklığı 16 kilometredir.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ünlü 93 Harbi’ni kaybeden Osmanlı Devleti’nin kaybettiği Balkanlardan göç eden muhacirler tarafından kurulduğu bilinmektedir. Eski adı Sultanbahçe’dir. Mahallenin adı cumhuriyetin ilanından sonra sultan” kelimesini barındırdığı için değiştirilip, şu anki adı olan Bahçeköy ismini almış olabilir. Daha önceden Kırklareli‘nin Vize ilçesine bağlı olan mahalle, şu an Tekirdağ‘ın Saray ilçesine bağlıdır.
Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Bah%C3%A7ek%C3%B6y,_Saray
Buralara kadar gelmişken Gökay’a Laladere piknik alanını gezdirmemek olmazdı. Onun için kısa bir süreliğine bir kilometre içeri girip çıktık. Bu arada burada da biraz soluklanmış olduk.
Tekrar anayola çıkarak yolumuza devam ederek bugün çıkacağımız en yüksek nokta olan 290 metre rakımlı tepeye ulaştık.
Buradan sonra bayır aşağı yaldır yalıdır Güngörmez’i geçip Saray’a vardık.
Saray’a geldiğimizde öğlen vakti olduğundan güneş tam tepedeydi. Şehir içinde hiç oyalanmadan hemen Ayaz Paşa Camiinin bahçesindeki ağaçların gölgesine sığındık. Bu arada Gökay camiyi gezdi.
Ayaz Paşa Cami – Tekirdağ
Sadrazam Ayas Mehmet Paşa tarafından 1525’te yaptırılmıştır. 1538’te vefat eden Ayas Mehmet Paşa’nın kabirtaşı kitabesinde Evahir-i Safer 946 yazılıdır. Ayas Paşa Camii kubbeyle örtülüdür. Son cemaat yeri ile ana mekandan oluşan kesme taş duvarlarla örülü küçük bir yapıdır. İnce silindirik gövdeli minaresi tek şerefelidir. Kapı kitabesinde Allahümme Allahü Lena Tarihu Vedhuluha bi Selâmın Amin 977 yazılıdır. M. 1569’a gelen kitabenin sonradan konduğu görülüyor. Ayas Paşa servetinin büyük kısmını Saray‘a hayratlar yaptırarak harcamış, cami, okul, medrese ve imaret gibi tesisler vücuda getirmiştir. Meşhur Divan Şairi Fırıncı Mehmet Efendi (Pilavcı Dede) Ayas Paşa torunudur. Caminin güzel bir şadırvanı, bahçesinde şimşir ağaçları vardır.
Kaynak: https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/tekirdag/gezilecekyer/ayaz-pasa-cami
Öğlen güneşi kısmen etkisini yitirdiğinde Saray’dan ayrılarak yavaş yavaş köy yollarından ilerledik. İstikametimiz Çayla, Karlıköy, Uzunhacı, ve Karamehmet…
Zaman zaman durup küçük prodüksiyon da yapmadık değil elbette.
Uzunhacı köyü benim annemin köyü olduğu için çocukluğumda yaz tatilleri hep buralarda geçti. Bu köy meydanındaki kahvehanenin yayındaki enteresan bir yer. Dayımdan biliyorum zamanında köyün delikanlıları çok (Bela) zulumdu. Sağ-sol, kız meselesinden, takım sevdasından hep bir birlerine girerlerdi. En sonunda kardeş kavgasına dur demek için ilk kim başlattı bilmiyorum ama böyle bir çözüm bulunmuş. Bu duvarın renkleri ve bayrak o sene hangi takım şampiyon olmuşsa ona göre değiştiriliyor. Mesela bu sene (2017) Beşiktaş şampiyon olmuş.
Uzunhacı köyünden sonra Karamehmet ve Bakırca köylerine doğru devam ettik. Bu köyler ayrı ayrı anılsa da aslında benim için ortasından Ergene deresinin geçtiği tek bir köy. Derenin bir kıyısı Bakırca diğer kıyısı da Karamehmet. Mesela Bakırca Babamın ve benim köyüm, ben bu köyde doğdum, ama nüfus kaydım Karamehmet’te. Şimdi soruyorum size ben oralı mıyım buralı mı? Onun için ayırmıyorum.
Buralı olduğumdan çoğunlukla buralara kadar gelmişken akraba ziyareti yapmadan geçmem. Yenge, hala, yeğen torun tombalak uğrarım ara ara. Bu seferde öyle yaptık.
Memleketimin düz ovasında öğlen sıcağında güneşte kavrulduktan sonra yolun kalan kısmından biraz rahat edebilmek için 3-4 saat kadar Bakırca’da dinlenip Velimeşe’ye doğru tekrar yola koyulduk.
Karamehmet ile Velimeşe arasındaki Avrupa O.S.B.’yi geçtikten sonra trafiğin ve sanayinin yoğun olduğu anayolu kullanmak yerine avucumun içi gibi bildiğim tarla yollarını kullanarak en kestirme yoldan eve doğru yöneldik.
Edirne ile İstanbul’u birbirine bağlayan Avrupa Otoyolunu üstünden geçerek…
Büyüklerimin anlattığına göre evvel zaman içinde (karayolları bu kadar yoğunlaşmadan önce) civar köylülerin Çorlu’ya gitmek için güzergâhları üstünde olan Yulaflı merasından geçerken güneşte yavaş yavaş batmaya başlamıştı.
Benim evime vardığımızda, tur benim için bitmişti ama Gökay Antalya’dan döne dolana buralara kadar yaptığı bisiklet turunun daha başında sayılırdı. Birkaç gün kendisini misafir ettikten sonra Malatya’ya doğru uğurladım.
[advanced_iframe src=”https://tr.wikiloc.com/wikiloc/spatialArtifacts.do?event=view&id=18627061&measures=on&title=on&near=off&images=on&maptype=H” width=”100%” height=”650″]