Aramızdaki birkaç kişi hariç pek çoğunuz az bilinen antik kentler turunun başlangıcından beri, neredeyse bir haftadır geceleri çadır içinde gözü kapıda kulağı kirişte bir gözü açık tilki gibi uyuyan kişilerdik. Tire’de kapalı spor salonunun güvenli ve sıcak ortamı bize yayılarak deliksiz bir uyku çekme ve dinlenmiş bir şekilde uyanma imkânı sağladı. Bu hissiyatla yeni güne merhaba dedik.
Birol ağabeyin sağladığı imkânlarla hep beraber mükellef bir kahvaltı yaptık.
Biz bugün Tire pazarı olduğunu bildiğimizden kahvaltı, hazırlanma, fotoğraf faslını ağırdan aldık. Aynı anlarda şehrin başka bir tarafında ege bölgesinin en zengin ve büyük yerel pazarı hazırlıkları sürmekteydi. Bir süre bekledikten sonra belediye megafonlarından duyulan bolluk, bereket ve kazanç için yapılan dualarla pazarın açılışı yapıldı.
Pazar duasının ardında ev sahibimiz Birol ağabeyin öncülüğünde Tire sokaklarında yola koyulduk.
Bisikletlerimizi güvenli kapalı bir depoya bırakarak gözümüz arkada kalmayacak şekilde neredeyse şehrin tüm sokaklarına yayılan Tire pazarını gezmeye başladık.
Manisa, Aydın, çevre ilçelerden ve köylerden satıcılarla, alıcılar geldiği Tire Salı Pazarı’nda mevsimine göre kuzukulağı, şevketi bostan, turp otu, hardal, pazı, melengeç, çobandüdüğü gibi ot ve sebzeler günlük ve taze olarak satışa sunuluyor. Pazarda öyle dağ bitkileri vardır ki, belki dünyanın hiç bir yerinde bulamayacağınız nice sayısız bitkiye bu pazarda bulabilirsiniz.
Hatta sadece bu değil, evde yapılmış peynir, çökelek, tereyağı, köy ekmeği, salça, tarhana, sabun, zeytinyağı, zeytin vs. aklınıza ne geliyorsa, hepsi ev imalatı, doğal ürünlerdir, üstelik büyükşehirlerdeki organik pazarlardaki muadillerinin çok daha altında fiyatlara satılmakta.
Bunların dışında iğne oyaları, kanaviçeler ve keçe, nalın, semer, kalay, urgan gibi az bulunur ürünleri de bulmak mümkün.
Memleketin eşeği de semer vuranı da bitmez ama inanılır gibi değil pazarda semerci var. Atlara, eşeklere incik boncuk ile süslenmiş eşyalar yapıp satarak geçimini sağlayan, ahilik geleneğini sürdürmeye çabalayan insanlar var.
Bu geleneksel el sanatlarını sürdürmeye çabalayan zanaatkârlar tek tük olsa da kıymet verilip verilmediğini ziyaret ettiğimiz Keçe Ustası Arif Çön’un sitem ve şaka ile karışık şu sözleri özetliyor.
“bunun değerini bilen, sanatından anlayan birkaç okumuş yazmış var ama buradakilere göre hala keçecisin işte… Köylü işi, pis kokulu keçe…”
Böylesine ürün çeşitliliğin, Ticari hareketlilik ve zenginliğin olduğu şehir 400 yıl boyunca Osmanlı imparatorluğunun darphane şehri olarak kullanılmış. Vakti zamanında Evliya Çelebi seyahatnamesinde Tire’den bahsederken boşuna “Şehr-i muazzam Tire” diye yazmamış.
Ayrıca pazar 2007 yılında hürriyet gazetesi tarafından en orijinal 10 yerel pazar arasında birinci seçilmiştir.
Ayrıca pazar 2007 yılında hürriyet gazetesi tarafından en orijinal 10 yerel pazar arasında birinci seçilmiştir.
Son yıllarda belediyenin seyahat acenteleriyle işbirliği yapması sayesinde, Selçuk, Kuşadası gibi turistik ilçelerde tatil yapan turistler de Tire pazarı’na turistik geziler düzenlenir olmuş. Belediye gerçekten çalışıyor. Biraz daha uğraşsalar Tire, Safranbolu ile çok rahat yarışabilir.
Turistik geziler olsa da esnafı iyi, milleti kandırmaya, kazıklamaya çalışmıyor. Pazar fiyatları büyük şehirden gelenler için inanılmaz ucuzdur. Köklü ahilik geleneği sebebiyle olsa gerek pek çok turistik merkezde olanın aksine şark kurnazlığı yaparak öyle turiste, misafire göstermelik güler yüz, yalandan bir güleçlik ile yaklaşmıyorlar, Samimiler. Herkes kısa vadede yüksek karın, uzun vadede yok oluş olduğunun farkında… Şimdilik.
Pazar yerindeki zanaatkârların tak, tak çekiç seslerini duyunca aklınıza başka bir şey gelebilir. Dolaba girmemiş taze sebzelerle yapılan yemeklerin yanında Tak tak kebabının da tadına bakmalısınız. O zaman Tire’yi özetleyen şu türküyü mırıldanarak burnunuza gelen nefis kokuları takip etmelisiniz.
Çağlar boyu zengin coğrafyasının sağladığı olanakla birçok uygarlıklara sahne olan Tire’nin bir diğer ziyaret edilmesi gereken noktası zengin kültürünün sergilendiği Kent müzesidir.
Ayrıca bu bağlantıyı tıklayarak Tire’nin turistik haritasına ulaşabilirsiniz.
Ayrıca bu bağlantıyı tıklayarak Tire’nin turistik haritasına ulaşabilirsiniz.
Tire gezimizin ardından sözleştiğimiz yer ve zamanda buluştuk. Fakat bazı arkadaşlarımız farklı sebepler dolayısıyla aramızdan ayrılmak zorunda kaldı. Onlarla vedalaştıktan sonra biz, düşman kardeşler gibi Tire ile sürekli yarış halinde olan Ödemiş’e doğru yola koyulduk.
Yaklaşık yarım saat sonra eski ismi ile Fata yeni ismi ile Gökçen’e girişinde yoldan gelip geçenlere bu toprakların gerçek sahiplerini yüksek sesle haykırmaya devam eden Gökçen efenin heybetli anıt heykeli ile karşılıyoruz.
Peki, kimdir adına şarkılar, türküler yazılan Aziz hatırasına saygıyı için şehit edildiği fata bucağının ismi verilen destansı Gökçen efe. Merak edenler şu bağlantıyı tıklayarak fikir sahibi olabilir.
Gökçen Efem iner gelir inişten
Her yanları görünmüyor gümüşten
Gökçen Efem şimdi gelir döğüşten
Her yanları görünmüyor gümüşten
Gökçen Efem şimdi gelir döğüşten
Gökçen Efem efelerin efesi
Altın gümüş para dolu kesesi
Altın gümüş para dolu kesesi
Gökçen Efem efelerin efesi
Altın gümüş para dolu kesesi
Bozdağı’ndan gelir onun gür sesi
Altın gümüş para dolu kesesi
Bozdağı’ndan gelir onun gür sesi
Gökçen Efem efelerin efesi
Altın gümüş para dolu kesesi
Altın gümüş para dolu kesesi
Gökçen Efem inip gelir inişten
Her yanları görünmüyor gümüşten
Gökçen Efem şimdi gelir cümbüşten
Gökçen Efem efelerin efesi
Her yanları görünmüyor gümüşten
Gökçen Efem şimdi gelir cümbüşten
Gökçen Efem efelerin efesi
Gökçen Efem efelerin efesi
Altın gümüş para dolu kesesi
Bozdağ’dan gelir onun gür sesi
Gökçen Efem efelerin efesi
Altın gümüş para dolu kesesi
Bozdağ’dan gelir onun gür sesi
Gökçen Efem efelerin efesi
Köy içine girerek kısa bir çay molası vererek hem biraz dinlendik hem de köylü ile sohbet ederek yaptığımız turun maksadından bahsettik.
Tire‘den Gökçen’e gelene kadar sırtımızı dağlara dayadığımızdan ve rüzgârda arkamızdan estiğinden rüzgârı pek hissetmedik. Fakat düz ovaya çıktığımızda sabahtan beri bize niyetinin ne olduğu belli olmayan hava türlü sürprizlere gebeydi.
4-5 kilometre sonra hala kirli akmakta olan küçük menderes nehrinin üzerinden bir defa daha geçtik. Kısa bir süre burada durarak etrafı gözlemledik.
Fakat beklenen oldu rüzgâr şiddetini arttırarak yapacağını yaptı. Bir rüzgâr bir fırtına sürülmüş tarlalardan aldığı tozu toprağı savura, savura bizi darmadağın etti.
Bu şartlarda yandan eserek tüm dengemizi altüst eden rüzgârı bir an önce arkamıza alıp hızımıza hız katarak Ödemiş’e varmak için. İlkkurşun yakınlarındaki İzmir–Ödemiş karayoluna çıkmak için yoğun gayret gösterdik.
Aynı gayreti İlkkurşun’dan Ödemişe kadar olan 10-15 kilometrelik mesafeyi kat ederken de gösterdik. Yolun dar ve trafiğin fazla olması ve rüzgârın arkadan esmesi oyalanmamamızın en önemli sebebiydi.
Ödemişe geldiğimizde bisikletlerimizi şehir içinde Emniyet müdürlüğünün yanındaki Tayyare parkına bırakarak yemek için serbest zaman belirledik.
Yemekten önce birkaç yerel bir gazeteci için fotoğraf ve röportaj vermekten de geri kalmadık. Kesinlikle genelleme olarak algılanmasın ama yerel bir sözü, muhakkak yayınlayacaklarının sözünü verdikleri halde gazetede yayınlamayan (cephe gazetesini hariç tutarak) gazeteciler için kullanmaktan çekinmiyorum.
Bir Vedat Milor olmasak da öğlen yemeği için her birimiz Ödemiş sokaklarında yerel lezzetlerin izini kendimizce sürdük. Sizlerinde geldiğinizde denemenizi tavsiye ederim.
Yemeğin ardından Ödemişten ayrılarak küçük menderes nehrinin bir kez daha üstünden geçerek ovanın diğer yakasındaki Ovakent’e doğru gittik.
Tire–Beydağ yoluna çıktığımızda kavşaktaki kahvehanede kısa bir mola verdikten sonra Beydağ’a doğru devam ettik. Bu yol Urimbaba ve benim yabancı olmadığım bir yol. Geçtiğimiz sene bu yolu kullanarak Denizli’ye doğru gitmiştik.
Babadağ’ı ardımıza aldığımızda geçen sene olduğu gibi Baba-Oğul-Kutsal Ruh pozu vermemek olmaz. 🙂
Arkamızdaki rüzgârın desteklemesiyle trafiğinde olmadığı küçük menderes nehrine paralel ilerleyen yolda tatlı, tatlı ilerleyerek Beydağ’a doğru yol aldık.
Beydağ’a yakınlarında artık nehrin temiz aktığını görmek mutluluk vericiydi.
Hafif bir tırmanışın ardından Beydağ’a geldik.
Tam bilmiyorum ama buranın mühim şahsiyetlerinden birisi bize yardımcı olmak gibi bir şeylerin sözünü vermiş fakat bir süre bekledikten sonra verilen sözlerin hep havada kaldığını gördük. Gerçi o kadarda önemli değil, biz kendimize yeteriz.
Demek ki kendi yağımızda kavrulacağız. Yaptığımız alışveriş sonrası kamp yapacağımız 2 kilometre uzaklıktaki Beyköy’ e doğru tırmanışa başladık.
Gün içinde yaptığımız 60 kilometrede sonunda yaklaşık 150-200 metre tırmanışın ardından son kilometrede birden yapılan 200 metrelik ani tırmanış bünyeye biraz zorladı.
Beyköy ilkokulunun bahçesindeki asırlık çınar ağacının altına çadırlarımızı kurup, yemeklerimizi yediğimizde çektiğimizi dertlerden eser kalmadı.
Kamp kurduğumuz bu alan ilçenin Gencerlerinin düzenlendiği bir alan. Gencerler dini bayramların son günlerinde geleneksel olarak düzenlenen eğlence ve evlenme çağına gelen genç kızların/erkeklerin birbirlerini beğendirme- beğenmenin gerçekleştiği Pazar-panayır gibi bir gelenektir. Bu Gencer de koca çınar ağacına salıncak kurulur. Nişanlı kızlar bu salıncağa bindirilir ve ovaya karşı sallanmaya başlanır. Salıncağı sallayanlar lokum, rakı, tavuk gibi bahşişleri almadan salıncağı durdurmazlarmış.
Sağ olsun Beyköy muhtarı traktörle odun gönderdi. Beydağın serinletici etkisine karşı yaktığımız kamp ateşinin etrafında gecenin ilerleyen saatlerine kadar sohbet ederek günü sonlandırdık.