Dışarıdan bakıldığında bisikletle lay lay lom geziyor gibi görünsek de bence bu anlamlı girişimimiz ile çevre katliamına karşı kimsenin bir şey yapmadığı şu zamanlarda kendi adımıza hem bir şeyler yapmış hem de bir şeylerin yapılmasının imkânsız olduğu fikrini yıkmış olduk.
Zira 2. Dünya savaşı esnasında Yahudilere yardım etmek için bir şeyler yapmış bir Alman’ın resmedilmesi dahi aslında hem bir şeyler yapmanın mümkün olduğunu kanıtlıyor, hem de bir şeyler yapmanın imkânsız olduğunu öne sürerek hiçbir şey yapmamış olanları etkili bir şekilde kınamayı mümkün kılıyor.
Bu vesile ile çevre sağlığını umursamayarak, tek dertleri karlarını arttırmak olan sanayicileri, susanları ve tüm umursamayanları ve kınıyorum.
Bu anlamlı girişimimizle nelere dikkat çekmek istediğimizi anlatmak için haber niteliği yüksek olmasına rağmen sesimize kulak veren tek yerel cephe gazetesinin haberi ile başlamak istiyorum.
Bir önceki yazımda söz etmedim ama geceyi Kuşadası’ndaki ağabeyimin evinde geçirdim. Sabah kamp alanında kalan arkadaşlarımın aksine çadır toplama derdim yoktu. Bu tam olarak dertte değil de neyse. Tek derdim erken kalkarak Pamucak’taki kamp alanına ulaşarak eşyalarımı bisiklete yüklemekti. Bu sebepten saat 07.00 gibi Kuşadası’ndan yola çıktım.
Kamp alanına geldiğimde arkadaşlar yeni uyanmaya başlamıştı. Hiç vakit kaybetmeden eşyalarımı bisiklete yükleyerek hazırlandım. Geç kalma endişesi ile kahvaltı yapmadan çıktığım için sağdan soldan çöplenerek karnımı doyurdum. Yancılık ata sporumuzdur. 🙂
Tura katılacak pek çok kişi Az bilinen antik kentler turuna da katılmış kişilerdi. Bir kaç kişide özel olarak buraya gelerek ve yolun ilerleyen kilometrelerinde bize dahil oldu.
Saat 09.00 civarı biz kamp alanını terk ederek yola koyulduk.
Bir süre sonra kamp alanında bıraktığımız ABAK ekibi Pamucak kavşağında peşimizden gelerek bize yetişti.
Fakat burada yine yollarımızı ayrılıyor. Onlar düz devam ederek Selçuk’a oradan da İzmir’e doğru devam edecekler. Bizse sola saparak Küçük Menderes nehrinin Kuşadası körfezine döküldüğü noktaya doğru ilerleyeceğiz.
Yolumuz Küçük menderes nehri ile kesiştiğinde ana yoldan ayrılarak nehre paralel devam eden toprak yolu takip ederek sahile doğru ilerliyoruz.
Başlangıçta amacımız sahile kadar ilerlemek olsa da bir süre sonra bataklık sebebiyle deltada ilerlemek oldukça güçleşti. Bizde ilerleyebildiğimiz kadar devam ettikten sonra uygun gördüğümüz bir yerde durarak Küçük Menderes nehrinin Ege denizine kavuştuğu en yakın noktadaki yerden sembolik toprağımızı almak üzere çalışmalara başladık.
Aldığımız sembolik toprağı bisikletimizle taşıyarak küçük menderes nehrinin kaynağına götüreceğiz.
Bu pislik deryası çamurdan hallice suyun kaynağında pırıl, pırıl içilebilir bir halde aktığını bilmek insanın içini burkuyor. Kendi memleketim Çorlu’da hemen her gün Ergene nehrinin benzer haliyle karşılaşıyor olsam da hiçbir zaman bu manzaraya alışamadım ve alışmayacağım.
Kanımca silahların namlusundan çıkan bir kurşundan daha tehlikeli olan içinde bin bir çeşit ağır metalle akan kitle imha silahından beter sulardır. Çünkü silahlar kişileri, kirli sular tüm geleceği yok ediyor.
Geldiği toprak yollardaki kendi lastik izlerimizi takip ederek anayola kadar geri gidiyor ve bir sonraki molamızı vereceğimiz Zeytinköy’ doğru ilerliyoruz.
Bizi Zeytinköy’de Özer Çatori misafir ediyor. Mandalina ağaçları ile çevrili yemyeşil bağ evinde sıcacık çayın yanında sunduğu ikramlar ile keyifli bir mola veriyoruz.
Konuk olduğumuz bu bağ evinden ayrılmak istemesek de “yolcu yolunda gerek.” diyerek yola koyuluyoruz. Bir süre Selçuk’a doğru asfalt yoldan devam ettikten sonra tahmin ettiğim gibi Toprak-Taş yolları takip ederek Gebekirse gölüne doğru devam ediyoruz. Fakat Şerif ağabey bu sağlık problemleri sebebiyle kendini zorlamamak için ana yoldan devam ediyor.
Gebekirse gölü kenarına geldiğimizde bir mola daha veriyoruz.
Göl kenarında Urimbaba hiç üşenmeden “Bu güzel manzarada bir kahve herkesin hakkı.” diyerek cezveyi tekrar, tekrar ocağın üzerine sürüyor.
Eee bu kadar kahve tüketimi olunca hali ile işin bir ucundan da tutmak gerekti.
Kahvelerin ardından Gebekirse gölünün etrafından saat yönünde yarım tur atarak solumuza Çatal gölünü Sağımıza da Gebekirse gölünü alarak yolumuza devam ettik.
Küçük Menderes nehri boyunca devam eden ara yolları kullanarak Selçuk’a hiç girmeyerek Belevi’ne doğru ilerledik.
Belevine geldiğimizde vakit öğleni geçmişti. Burada bir öğle yemeği yedik. Bu arada aramıza yeni arkadaşlarda katıldı.
Yemeğin ardından su kanalı ve otoyol kenarından dolanarak tekrar Küçük Menderes nehri boyunca ilerleyen bol kumlu oldukça bozuk toprak yollarda ilerlemeye gayret ettik.
Bu arada Küçük Menderes nehrinin kirliliğinin en önemli sebebi sayılan Torbalı yönünden gelen nehir kolu geride kaldığı için nehrin renginin kısmen değiştiği söyleyebilirim. Önceden Siyaha yakın akan nehir şu anda Koyu yeşil tonlarında akmakta. Nehir boyunca ilerlememiz esnasında kirliliğin sebeplerini açıkça görebiliyoruz. Kirliliğin en önemli sebebi insan faktörü olduğundan anlaşılan Ödemiş’i Tire’yi arkamızda bırakana kadar suyu kendi renginde görmemiz mümkün olmayacak gibi.
İnsanlar ve sular bir birine ne kadar çok benziyorlar
ikisi de doğdukları yerde çok güzeldirler ama kentler onları da değiştiriyor.
Nehir boyunca bozuk yolda ilerlerken Bülbüldere, Göllüce köylerini geçerek İzmir–Ödemiş karayoluna ulaşana kadar grup içinde epey kopmalar oldu. Yeniçiftlik köyünde bir kahvehanede mola vererek hem dinlendik hem de geride kalanların yetişmesini bekledik.
İnsanların her geçen gün biraz daha kirletiyor olmasını hiç umursamadan Menderes nehri kıvrılarak aktığı bereketli ovaya hayat vermeye çabalıyor.
Bizde doğa ananın nankör evlatları için yaptıklarını düşünerek bereketli topraklardan ilerleyerek yolumuza devam ettik.
Tire’ye yaklaştığımızda bizi 1997 yılında faaliyete geçen sözde organize sanayi bölgesi karşıladı. Tabi bur arada tüm kirliği sanayi kuruluşlarına mal etmek istemiyorum. Bilinçsiz kullanılan zirai tarım ilaçları, Küçük Menderes nehri civarında yer alan pek çok ilçe ve köyün kanalizasyon sistemi olmasına rağmen arıtma tesisi olmaması kirliliğin başka bir sebebi.
Hadi onlar arıtma tesisi olmadığı için atıkları nehre boşaltıyor diyelim. Peki, aldığımız duyumlara göre arıtma tesisi olduğu halde maliyeti düşürmek için denetlemenin yapılmadığı ya da yapılamadığı zamanlarda atıkları kontrolsüz şekilde boşaltanlara ne demeli.
Ekonomisi büyük oranda tarıma dayanan bir bölgede doğa tahribatının bu derece olması oldukça düşündürücü.
Görünen o ki; adı “organize” diye başlayan sanayi bölgesi patronlarının en organize olduğu nokta yerel basın ve yetkililerini susturmak.
Tire’ye geldiğimizde bizleri kendiside bir bisikletçi olan Birol Önal ağabey karşılıyor. Hepimiz epey yorulmuş ve acıkmıştık, geceyi geçireceğimiz yere varmak için can atıyorduk ama geride kalan arkadaşlar vardı. ben küçük bir fedakârlıkta bulunarak şehrin girişindeki benzin istasyonunda geride kalanları beklemeye koyuluyorum.
Herkes geldikten sonra Tire belediyesinin bize tahsis ettiği kapalı spor salonuna doğru yolumuza devam ettik.
Yerleştiğimiz Kapalı spor merkezinde yaptığımız sıcak duşun ardından Birol ağabeye bizler için ziyafet niteliğindeki akşam yemeğinin ardından geceyi Urimbaba’nın kahvesi ile sonlandırarak sıcacık ortamda derin bir uykuya daldık.
Kendimizi her türlü imkânsızlığa alıştırdığımız için sunulan olanakların bizim için oldukça lüks olduğunu söylemek mümkün. Bu vesile ile Tire Belediyesi ve Birol Önal ağabeye teşekkürü bir borç bilirim.