“Geride kalan kalbin ise, mutlaka geri dönersin.”
Denizli’de var olan dostlukların pekiştirildiği yeni dostlukların ilk tohumlarının atıldığı kelimelere dökülecek cinsten değil ancak hayal edilebilir cinsten bir bisiklet festivalin ardından ardımda gönlümü ve anılarımı bırakarak daha sonra tekrar gelmek üzere şehirden ayrılarak Urimbaba ile bizi bekleyen başka bir bisiklet festivaline doğru günün ilk saatlerinde ilk pedalları bastık.
Her ne kadar manzara harika görünse de daha evvel kat ettiğim, bildiğim bir yol benim için son derece sıkıcı olabiliyor hele bir de dümdüz ovada gidiyorsa. Ama Bozkurt’a kadar başka seçeneğimiz olmadığı için mecburen ses çıkartmıyorum.
Kocabaş köyü, belediyesi, beldesi, mahallesi her ne nanesiyse orada (bu Büyükşehir kanunu çıktı çıkalı nereye ne diyeceğimi şaşırdım) çay molası verdik.
Urimbaba ve ben Kaklık’ta bulunan Kaklık mağarasını daha önce ziyaret ettiğimiz için bu sefer uğramadan yolumuza devam etik. Siz hala görmediyseniz, mutlaka görmelisiniz.
(Daha önceki ziyaretime ait tur yazısı ve fotoğraflar için tıklayınız…)
(Daha önceki ziyaretime ait tur yazısı ve fotoğraflar için tıklayınız…)
2013 yılarda yaptığım bisiklet turunda Burdur’a giderken anayoldan ayrılmadan Acıgöl’ün kuzeyinden Dinar’a gitmiş oradan devam etmiştim aynı yolu kullanmak sıkıcı ve uzun olacağından bu sefer farklı bir rota belirledik. Bozkurt içinden Sazköy ve Çaltı köy yollarını kullanarak Acıgöl’ün güney kıyılarından dağların arasından geçerek kestirmeden ilerlemeyi kararlaştırdık.
Bozkurt’ta yaklaşık bir saat kadar oyalanarak hem dinlendik hem de öğlen yemeği yedik ve yolumuza devam etik.
Ana yoldan ayrıldığımız için binde bir geçen araçları saymazsak bütün yollar bizim. Keyfimize diyecek yok.
Nasıl olsa yol bizim, yolun ortasına tripod koymadan olmaz. 🙂
Sanayileşmenin getirdiği (Sözüm ona gelişmenin) köyden kente göçün kaçınılmaz sonucu olarak birisi söylemişti hatta bir zamanlar “efendilerimizin” yaşadığı haneler kimsesizlik ve bakımsızlık yerle yeksan birer virane olmaktan kurtulamamış.
Köylünün demesine göre 500 bilemedin 1000 metre bir rampa olduğu söylenen tepeler karşımızda. Ama siz siz olun bu gibi söylemlere fazla itimat etmeyin. Yerel halkın fikirlerini elbette almakta fayda var lakin onlar bu yolları bisikletle çıkmadıkları için mesafe algıları farklı olabiliyor her zaman size söyleneni en az iki ile çarparak ona göre motivasyon sağlayın.
Benim yüküm daha az olduğu için önden gidiyorum.
Rakım yükselmeye başladıkça manzarada genişleyip güzelleşmeye başladı. Güzel manzara görünce hiç dayanamam, hemen prodiksiyona başladım.
Bir müddet sonra Urimbaba’da geliyor birkaç karede beraber çekiyoruz.
Hatta işi biraz ileri götürüp eş zamanlı öz çekim yapıyoruz. Biz öyle sıradan selfiler çekecek adamlar değiliz. Prodiksiyon bizim işimiz. 🙂
Hatta işi biraz ileri götürüp eş zamanlı öz çekim yapıyoruz. Biz öyle sıradan selfiler çekecek adamlar değiliz. Prodiksiyon bizim işimiz. 🙂
Bu coğrafyada bolca bulunan dağları düz ova etmeye yeminli taş ocakları sebebiyle belki birkaç yıl sonra gelseydik bu kadar rampa çıkmak zorunda kalmayacaktık.
Yaklaşık bir saatlik tırmanışın ardından rampayı tamamlıyoruz. Tam biraz soluklanacağımız anda etrafımızı köpeklerle çevriliyor.
Hemen bisikletleri köpeklerle aramıza siper yaparak savunma pozisyonunda bir süre ilerledikten sonra köpeklerin sahibi yardımıyla bu sorunu bertaraf ederek Burdur il sınırına girerek Akgöl’e doğru inişe geçiyoruz.
Akgöl kıyısında Dereköy’e doğru ilerlerken bir yandan sineklerle mücadele ederken bir diğer yandan saatin ilerlemeye başlaması sebebiyle gözlerimiz çadır kuracak yer aramaya başlamıştı.
Saat 20:00 olduğu anda Dereköy’e geldik köyde alışveriş yaptığımız bakkalın yardımı ile köy içinde eskiden jandarma karakolu olan arazide çadır kurarak yemek yedikten sonra ertesi günün yorgunluk ve sıkıntılarına katlanmak için kuvvet toplamak üzere yatıp uyuduk.
[advanced_iframe src=”https://tr.wikiloc.com/wikiloc/spatialArtifacts.do?event=view&id=10072121&measures=on&title=on&near=off&images=on&maptype=H” width=”100%” height=”650″]