
Hay bin kunduz!

Gördüğüm o ki Urimbaba’yı yolda yavaşlatan Kıytırık kamptaysa oldukça hızlandırıyordu. Ben telaş içinde neyi nereye sıkıştıracağımı şaşırırken Urimbaba eşya taşıma kapasitesi benden oldukça fazla olduğundan ihtiyaçlarına göre organize ettiği saklama kaplarını bir anda çıkartıp yerine koyabiliyordu.

Bir yandan toparlanmaya çalışırken bir yandan da kahvaltı yapmaya gayret ediyordum. En son Urimbaba kahveleri hazırlayana kadar bende alelacele toparlanmayı başardım.
Bu sabah yaşadıklarım ders niteliğindeydi. İcabında yarın sabah erken kalkacak aynı gerginliği yaşamayacaktım.
Bu sabah yaşadıklarım ders niteliğindeydi. İcabında yarın sabah erken kalkacak aynı gerginliği yaşamayacaktım.

Bugün güneş paneli test edilecek, sonucunu bende heyecanla bekliyorum. Ülkemizin güneş yönünden oldukça zengin olduğunu göz önüne alacak olursak güneş paneli son derece ucuz bir enerji kaynağı. Gün sonunda sonuçları görünce dinamo ile güneş paneli arasında hangisini tercih edeceğimi şaşırdım diyebilirim.
Konuyu kısaca açmak gerekirse en ucuz dinamo göbeği tercih etsek dahi jant ile birlikte örme vs. hesap edecek olursak en az 300–400 lira gibi bir maliyeti var. Güneş paneli yöntemi ile aynı ihtiyacı neredeyse üçte bir kurulum maliyeti ile karşılamak mümkün. Bu hususta Urimbaba’nın sitesini ziyaret etmenizde fayda var.


Mevsim ve konum gereği doğanın menüsü oldukça zengindi. Bulunduğum topraklar pek kıymeti bilinmiyor olsa da bence çok özel diyarlar. “Adam eksen adam biter.” derler ya aynen öyle yerler.
”…
Üzümü, İnciri narı;
Tüyleri baldan sarı,
Sütleri baldan koyu davarları,
İnce belli aslan yeleli atlarıyla,
Sınırsız ve duvarsız bir kardeş sofrası gibi açmıştılar.
Sıcaktı,
Sıcak.
Sapı kanlı, demiri kör bir bıçaktı
Sıcak.
Sıcaktı
En yumuşak, en sert
En tutumlu, en cömert
En seven en büyük
En güzel kadın toprak
Nerdeyse doğuracak, doğuracaktı…
”
Toprak ananın insanlığa bu kadar cömert olmasına rağmen “tek amaçları keselerini doldurmaktan ibaret olup kafalarının içini ölümüne boş bırakan” bir sürü sefil yaratık yüzünden ne yazık ki her geçen gün Menderes nehri ve havzası tıpkı Ergene havzasında ve pek çok yerde olduğu gibi biraz daha fazla zehirleniyor.
Üzümü, İnciri narı;
Tüyleri baldan sarı,
Sütleri baldan koyu davarları,
İnce belli aslan yeleli atlarıyla,
Sınırsız ve duvarsız bir kardeş sofrası gibi açmıştılar.
Sıcaktı,
Sıcak.
Sapı kanlı, demiri kör bir bıçaktı
Sıcak.
Sıcaktı
En yumuşak, en sert
En tutumlu, en cömert
En seven en büyük
En güzel kadın toprak
Nerdeyse doğuracak, doğuracaktı…
”
Toprak ananın insanlığa bu kadar cömert olmasına rağmen “tek amaçları keselerini doldurmaktan ibaret olup kafalarının içini ölümüne boş bırakan” bir sürü sefil yaratık yüzünden ne yazık ki her geçen gün Menderes nehri ve havzası tıpkı Ergene havzasında ve pek çok yerde olduğu gibi biraz daha fazla zehirleniyor.
“Son ağaç kesildikten, son ırmak zehirlendikten, son balık yakalandıktan sonra paranın yenemeyeceğini anlayacaksınız.”
Şef Seattle
Şef Seattle


Arada sırada üşenmeyerek çeşitli prodüksiyonlara giriştik.

Balabanlı köyünde verdiğimiz molada Ödemiş’e giderken kullanmayı planladığımız sapağı prodüksiyon yaparken unutup kaçırdığımızı fark ettik. Haritaya baktığımızda geride dönsek bir sonraki sapaktan da sapsak sanki yol biraz uzuyordu. Yolu uzatmak yerine Beydağ üzerinde Kiraz’a doğru gitmeye karar verdik. Aslında Beydağ’a hiç girmeden Kiraz’a doğru yol bulabilirmişiz gibi bir hisse kapılmış olsak ta arada küçük menderes nehrinin olması vazgeçmemize vesile oldu.

Sağa sola sapmadan İstikamet dosdoğru Mescitli üzerinden Beydağ.


Türkiye’de yetişen en iyi cins patates bu tarlalarda yetişiyor. Civarda “Ödemiş’in sarı kızı” olarak adlandırılıyor. Tarlada kilosu 10-20 kuruşa kadar düşebilen bu patates İstanbul gibi büyük pazarlarda 1-1,5 liraya satılabiliyor olması son derece düşündürücü. Her sektörde olduğu gibi tüccarların nasıl bir menfaat ağı oluşturduğunu ve üreticinin emeğine yönelik sömürünün neredeyse üretici ve tüketici arasındaki fiyatların bire on oranında olan uçurumdan dolayı net bir şekilde görmek mümkün.

Mescitliyi geçerek biz yolumuza devam ederken yol kenarından “-Hey gelin birer kola ısmarlayalım.” diye seslenen agaların yanında kısa bir mola verdik.
Fakat kendisini buraların babası olarak nitelendiren aganın farklı amacı olduğunu kısa bir söyleşiden sonra öğrendik. Sigara, cigara derken muhabbetin iyice boka saracağını anlamamızla kalkmaya yeltendik. Dayı son bir umutla bizden bira ısmarlamamızı teklif etti. Kendisine kola teklifi ile bizi kandırdığını ve misafir olduğumuzu kibarca izah ederek kavga bela çıkmadan usulca kalkarak yolumuza devam ettik.
Fakat kendisini buraların babası olarak nitelendiren aganın farklı amacı olduğunu kısa bir söyleşiden sonra öğrendik. Sigara, cigara derken muhabbetin iyice boka saracağını anlamamızla kalkmaya yeltendik. Dayı son bir umutla bizden bira ısmarlamamızı teklif etti. Kendisine kola teklifi ile bizi kandırdığını ve misafir olduğumuzu kibarca izah ederek kavga bela çıkmadan usulca kalkarak yolumuza devam ettik.

”Memleketin her yerinde karayollarına konulması gerektiğini düşündüğüm bir tabela.”

Bir süre sonra asfalt yoldan ayrılarak stabilize yolda devam ettik.

Yön tabelaları geldiğimiz ve gideceğimiz yolları gösterirken harita okuma ve yön bulma kabiliyetimizi tasdik eder gibiydiler.

Beydağ’a geldik ve yemek yiyebileceğimiz bir yer bulmak maksadıyla şehir merkezine doğru biraz tırmanış yaptık. Sonunda gözümüze fazla fiyakalı olmayan mütevazı bir köfteciyi kestirip birer porsiyon Beydağ köftesi söyledik. Yanına da birer ayran deymeyin keyfimize.
Biz köfteleri afiyetle lüpletirken tahmin edebileceğiniz gibi söz döndü dolaştı nereli olduğumuza, nereden gelip nereye gittiğimize. Kısaca bir tekmil verdik. Benim Çorlu’lu olduğumu duyan aga, Karamehmet’i biliyor musun demez mi? Bilmem mi ben o köydenim dememle bizim köyde yaşayan askerlik arkadaşını telefonla arayıp beni tanıyıp tanımadığını sordu. Neyse ki köy ahalisi ben onların pek çoğunu tanımıyor olsam da beni tanıdığından hiç yoktan yalancı çıkmadım. Falan filan…

Bir güzel karnımızı doyurduktan sonra Kiraz’a doğru yola koyulduk. Fakat eski yollar Beydağ barajının suları altında kaldığından ve yeni yapılan yollar mecburen daha yüksek tepelerden geçtiğinden biraz zorlandık.

Sabahki havadan eser kalmamış fırtına koptu kopacaktı. Hemen yağmura karşı tertibat aldık.
“…
Sıcaktı, Sıcak
Bulutlar doluydular, bulutlar boşanacak,
Boşanacaktı.
O kımıldamadan baktı,
Kayalardan
İki gözümüz iki kartal gibi indi ovaya…”
Sıcaktı, Sıcak
Bulutlar doluydular, bulutlar boşanacak,
Boşanacaktı.
O kımıldamadan baktı,
Kayalardan
İki gözümüz iki kartal gibi indi ovaya…”

Yenişehir köyüne gelmemize çok az bir mesafe kala birden bire Bulutlar bardaktan boşanırcasına döküldüler. Bizde köye sığındık.

Bir süre köyde yağmurun dinmesini bekledikten sonra tekrar yola koyulduk.

Kiraz’a geldikten sonra akşam yemeği için alışveriş yaparak şehirden ayrılacakken yağmur bulutları bizi pusuda bekler gibiydiler.

Benzin ocağı için yakıt almak üzere petrol istasyonunda pompanın yanına yaklaşarak görevliye şakayla “depoyu fulle” dedim. Çalışan son derece şaşkın bir şekilde bisikletime bakınarak benzinle mi çalışıyor bu derken bende yakıt tankını çıkarttım. Kısa süreli bir gülüşmeden sonra yakıtı alarak yola devam ettik.

Kiraz’dan çıkasıya pusuda bekleyen bulutlar tarafından tekrardan bir güzel yağmur yedik.

Yaklaşık bir buçuk saat daha pedal çevirdikten sonra yolda bize tarif edilen yer olup olmadığımız bir dere kenarında geceyi geçirmek üzere kamp kurmaya karar verdik. Yorucu ve ıslak bir günün sonunda yenen yemek ardından çadırlarımıza geçerek dinlenmeye çekildik.
[advanced_iframe src=”https://tr.wikiloc.com/wikiloc/spatialArtifacts.do?event=view&id=10066583&measures=on&title=on&near=off&images=on&maptype=H” width=”100%” height=”650″]