Güne iyi bir uyku çekip dinlendikten sonra aynı şekilde güzel bir kahvaltı ile başladık.
Uşak Arkeoloji Müzesi’nde Kalkeolotik dönemden Bizans Döneminin sonuna kadar çeşitli devrelere ait taş eserler, pişmiş toprak eserler, cam eserler, altın ve gümüşten yapılmış çeşitli ziynet eşyaları, bronz eserler, bronz, altın sikkeler ve Karun Hazineleri sergilenmektedir. Bu tarih zenginliği dolayısıyla Uşak‘ta Lidya, Frigya, Hellen, Roma, Selçuklu ve Osmanlı gibi birçok uygarlığın izleri görülebilmektedir.
Karun Hazineleri 1960’lı yıllarda Uşak,Güre yakınındaki anıt mezardan çıkarılan M.Ö. 6. yy’a ait Lidya dönemi eserleridir. toplam 450 parçadan oluşmaktadır. 1965-1966-1968 yıllarında çalınıp (65.000 – 160.000 – 40.00 toplamda 265.000 tl) yok pahasına satılan bu eşi benzeri olmayan eserler 1985 yılında ABD’de Metropolitan müzesinde ortaya çıkmıştır.
Hazinenin en değerli parçalarından biri olan Kanatlı Deniz Atı broşu 2005 yılında içlerinde Eski müze müdürününde bulunduğu kişiler tarafından kameralar kapatılarak sahtesi ile değiştirilmek sureti ile çalınmış ve 8 yıl sonra Almanya’da bulunarak Türkiye’te iade edilmiştir.
Dünyada eşi benzeri bulunmayan hazineye olan ilgisizliğin tanıtım eksikliğinden kaynaklandığı belirtiliyor. Uşak il Kültür ve Turizm müdürü Şerif Arıtürk bir beyanında “Son beş yolda otellerimizde 16762 yabancı konaklamış. bunlardan 769‘u müzeyi ziyaret etmiştir” diyor. eğer sizde bu hazineleri birileri tekrar çalmadan görmek isterseniz Uşak Arkeoloji Müzesi sizlerin ziyaretinizi bekliyor.
Bizler Trafiğe kapalı olan İsmetpaşa Caddesi‘nde yürürken sizlere şehir hakkında biraz bilgi vereyim.
(Şehir merkezinde bulunan Tiritoğlu parkındaki Atatürk ve Kurtuluş Anıtı)
Uşak merkez şehri Ankara–İzmir karayolu üzerinde bulunmaktadır. Karadeniz, Orta, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan İzmir’e giden tüm araçlar Uşak’tan geçmektedir. zaten tarihte Ege Bölgesi’ni orta doğuya bağlayan (Efes-Persepolis) dünyanın ilk ticaret yolu olan meşhur Pers Kral Yolu‘da buradan geçmektedir. Bu açıdan Uşak önemli bir yerdedir. Tarihi ve doğal zenginliklere sahip olmasına rağmen tesis azlığı ve yetersiz tanıtım nedeniyle turizm sektörü Uşak‘ta yeterince gelişememiştir.
Bisiklet ile seyahat ederken önüme baktığım kadar etrafa bakınıp gözlemlerim, bu gözlemlerimin getirilerini ya ağaçlardaki meyveler yada resimde gördüğünüz 20 papel şekilde alırım. İslam ile Manuel önde olsalar da gözlerinden kaçmış. ama Ferdimen‘in gözünden kaçmaz. 🙂
Yoculuğumuz Gediz nehri‘inin bir kolu olan Karabol çayı‘nın hafif eğimli arazisinde dağlara paralel bir şekilde yaget güzel gitmekte. rüzgarda bize bir sorun oluşturmuyor.
Yıllar evvel Karun hazinesi‘nin talan edildiği Güre‘ye geliyoruz. Güre’ye gelmişken bu hazineleri talan eden zatların akibeti hakkında öğrendiğim bir kaç şeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Cezaevinde yattıp çıktıktan sonra bu Durmuş Ersoy çok zengin olmuş… Otobüsler almış… ama günün birinde felç geçirerek yatalak bir halde diri diri vücudu çürümüş olarak acılar içinde kıvranarak can vermiş.
Durmuş Ersoy’un bir oğlu bayram günü boğazı kesilerek, diğer iki oğlu ise Trafik kazası geçirerek ölmüş.
Karun hazinesini soyanlardan biri de Güre köyünden ”Ordulu Mustafa“ imiş. Tek oğlu intihar etmiş eşinden ayrılmış… sonra kayıplara karışmış… köye perişan bir halde dönmüş.
Mezara girip mücevherleri çalanlardan bir tek Güre köyünden ”Demirci Osman“ kalmış. aklı bir gelip bir gidiyormuş, kimseyle görüşmüyor.kendi kendine konuşuyormuş.”
Uşak‘tan çıktığımızdan beri mola vermememiz ve önümüzde rampa olması sebebiyle Yenişehir‘de bir süre mola verip dinlenme kararı aldık. Köy kahvesinde bir yanda çaylarımızı yudumlarken, bir yandan da köylü ile sohbet edip dinlendik.
Yenişehir‘den Çataltepe geçidi‘ne kadar yaptığımız tırmanış bacağımın tekrar ağrımasına sebep olurken bugünün benim için yine zor geçeceğinin ilk sinyallerini verdi.
Neyseki şimdilik yol bayır aşağıya… ama nereye kadar? nereye kadar olduğunu ben söyleyeyim, bir yere kadar.
Öyle böyle ite kaka zor da olsa Manisa İl sınırına giriyoruz.
Acılar içinde ilerlemeye çalışırken Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından Tabiat Anıtı ve Doğal sit alanı ilan edilmiş olup korumaya alınan Kula peribacaları‘nın yanından geçiyoruz.
Dağların tepelerin arasından kendine yol bulup gelen Gediz nehri, düz ovada menderesler çizerek ilerlerken geçtiği yerlerede bolluk bereket getirmekten geri kalmıyor.
Bu arada Kula‘ya yaklaşık olarak 15 km yolumuz kalmasına rağnem yolumuz sanki hiç bitmeyecek sonsuza dek burada kalacak bir metre dahi ilerleyemecekmişim gibi bir his kaplıyor içimi. Bir yandan içimden “Bitsin, bitsin, bitsin artık bu yol” derken “Acı yok, acı yok” diyerek kendimi gazlamayarak biraz daha olsun ileri gitmeye çabalıyorum.
Uzun ve zorlu bir yolculuktan sonra nihayet saat 17:30 gibi Kula‘ya gelmeyi başardık.
Kula civarındaki volkanik bölgeye antik devirde Katakekaumene adı verilmekteydi.’’Yanık, yanmış Arazi’’ anlamına gelen bu ifadeyi, Amasyalı Strabon, Vitruvius, Byzantionlu Stephanos ve Eusthatios adlı antik yazarların eserlerinde görülmektedir.
Sabah yola çıktığımızda günü Salihli’de sonlandırmayı planlamış olsakta hal ve gidişat Kula‘da kalma ihtimalini arttırdı. Sabah haberleştiğimiz arkadaşımız Yasin‘i arayıp bu akşam Salihli‘ye gelemeyecek olduğumuzu söylememiz üzerine, Annesinin hazırlık yapmış olduğunu ve bizi beklediklerini olmadı bir araç ile bizi alabileceklerini söyledi ayrıca Kula‘dan çıkışta 2-3 km’lik bir rampanın olduğunu ve ondan sonra yolun çoğunun rampa aşağı yer yer düz olduğunu ekledi. Bu teklif cazip gelmesine karşın benim için bisiklet gezisinde araç kullanmak kadar aşağılayıcı bir şey yoktur. Son bir gayretle yola çıkma kararı aldık. Gidebildiğimiz yere kadar gider olmadı mecburen araç kullanırız diye düşündüm. gerçektende yol dediği gibiydi.
Saatimiz 22:00 yı gösteriken Salihli‘ye gelmeyi başardık, akabinde Yasin ile buluşup 1-2 çay içip sohbet ettikten sonra evin yolunu tutarak iyi bir uyku çektik. Bir sonraki günü resmi tatil ilan edip, Salihli‘yi gezmeye ve tabibi ziyaret etmeye ayırdık.