Gece beni misafir eden Ahmet abi ve Eşi ile vedalaştıktan bir saat kadar sonra Yalvaç‘a geldim. bugün planım öğlene kadar Pisidia Antiocheia Antik Kenti’ni ve Yalvaç Müzesi’ni ziyaret edip Akşama kadar Beyşehir‘e varmaktı.
Yalvaç nefis gül kokularınınn sardığı Isparta ilinin ‘nın kuzeyinde, Sultan Dağlarının güney eteklerindeki ovada yer alan bir ilçe. tabeladan da anlaşılacağı üzere Afyonkarahisar–Konya karayolu üzerinde.
Şehir merkezindeki Yalvaç Pazarında tüm otantizmi ile alıcısını bekleyen deri ürünleri, el emeği keçeler ve göz nuru bakır eserleri bulmak mümkün. ayrıca 6-8 Ağustos tarihlerinde Yalvaç (Pisidia Antiocheia) Kültür, Turizm ve Sanat festivali’nde bu el sanatları ürünleri, Süt ve süt ürünleri, elma,üzüm ve sayamadığım yüzlerce doğal ürünü bir arada bulmanız mümkün.
Şehrin girişinde karayolu üzerindeki kavşaktaki kule oldukça dikkat çekici. şehiriçinde hiç zaman kaybetmeden Pisidia Antiocheia Antik Kenti’ni gezmek üzere yoluma devam ediyorum.
Priene, Miletos gibi Helenistik şehirlerde başarıyla uygulanmış olan birbirini dik kesen iki ana cadde karmaşıklıktan uzak düzenli ızgara (Hippodamik) kent planı Antiocheia’da da başarıyla uygulanmış. bu şehircilik planı günümüzde Avrupa’daki çoğu kentte uygulanmakta.
Antik çağda kentin kurulacağı yerin düşman saldırılarına karşı tepede bulunması, hayvancılık ve tarım alanları, su kaynakları ve kentin poyraz rüzgarı alıp almamasına göre belirlendiğinini göz önüne alırsak, Pisidia Antiocheia Antik Kenti’nin bu gerekliliklerinin hepsini barındırmakta.
Bugün Yalvaç ilçesinin kurulduğu alan, o dönemde antik kentin tarım arazisiydi. Isparta ve Türkiye’deki birçok şehir de maalesef tarım arazileri üzerine kurulu. Bugün, antik dönemde bir kent yapılırken gösterilen hassasiyetin hiç dikkate alınmadığını görmekteyiz.
Bugün görülebilen surların uzunluğu izlenemeyen kısımları ile birlikte yaklaşık 3000m.’yi bulmaktadır. Surların çevirdiği alan-örenyeri, 785m. x 990m. yaklaşık 47 hektardır. Kent surlarının kalınlığına dikkat edildiğinde, arazi eğiminin çok olduğu yerlerde; sur kalınlığının ortalama 1.50m. diğer yerlerde ise 4.75m.-5.50m. ölçülerine ulaştığı görülmektedir. Helenistik devirde inşa edilen ilk surlar, Roma ve Bizans çağlarında genişletilmiştir
Kentin su ihtiyacının karşılanması amacıyla yaklaşık 10 km. uzaktan, Sultan Dağları’ndaki “Saçıktı” kaynağından aldığı suyu yüksekliği 5m.-7m. arasında değişmen, genişliği ise 2.50m.’yi bulan. Kemer ayakları 4. m. yükseklikte olan, dikdörtgen blok taşlardan yapılmış su kemerlerinin bulunmakta.
Antik kentte 15 bin kişilik bir stadyum ve 6 bin kişilik tiyatrosu var.
Antik dönemde bir yerin kent olabilmesi için o yerde tapınak, meclis binası, kamusal binaların olması gerekiyordu. Pisidia Antiocheia Antik Kenti bu yapıların tümünü barındırması sebebiyle , antik dönemdeki en büyük kentlerden biridir.
Antiocheia’nın en önemli yapılarından biri olan, Şehrin kuzeybatısındaki bazilika olarak adlandırılan yapıda ilk kazılar 1920’lerin başında Robinson ve ekibi tarafından başlatılmıştır. 70×27 m. boyutlarındaki yapının batıdaki 27×13 metrelik narthex (giriş) bölümü şehir surlarına yaslanmış olarak doğu-batı yönünde uzanmaktadır. Bazilikal planın tüm ögelerini yansıtan yapı, üç nef ve bir yarım daire apsisten oluşmaktadır. Apsisin dış yüzeyi altıgen duvarla çevrilidir. Apsis 10,80 m. çapında ve 9,20 m. derinliğindedir. Orta nefi her iki yandaki dar neflerden 13’er sıralık iki sütun dizisi ayırmaktadır ve bu sütunlar altıgen altlıklara oturmaktadırlar.
Orta nefin zemini, kırmızı, sarı, beyaz ve siyah tesseralardan oluşmuş, geometrik ve bitkisel motiflerle bezeli mozaikle kaplıdır. Mozaiğin apsis önündeki bölümünde bulunan bir yazıtta, 381 yılında Antiocheia’yı Konstantinopolis Konsil’inde temsil eden ve Ortodoks mezhebinin kurucularından biri olan Başpiskopos Optimus’un ismi bulunmaktadır. Bu isim, yapının 4. yüzyıl sonuna tarihlenmesine dayanak oluşturmaktadır. Bu tarih, anıtsal kiliselerin Anadolu’da başlangıç tarihidir. Antiocheia Büyük Bazilikası, Erken Hıristiyanlık kiliselerinin ilk iki örneğinden biridir. Bugün görebildiğimiz kilise ise Optimus’un kilisesinin 4. yüzyıl sonunda değişikliklere uğrayarak 1. katı üzerine oturtulmuş olan 5.-6. yüzyıl kilisesidir.
Aziz Pierre ile birlikte Erken Hıristiyan misyonerlerinin en ünlüsü ve hatta en etkilisi olarak kabul edilen Aziz Paulus’un İ.S. 46-62 yılları arasında Antiokheia’ya üç kez gelerek, şimdiki kilisenin temelleri altında olan sinagog’da vaaz vermiştir. Hıristiyanlığı buradan dünyaya duyurmuştur. . Burada Sebt Günü sinagoga girip yaptığı konuşmada Kutsal Yasa’dan ve peygamberin yazılarından metinler okumuştur. Bu konuşma Aziz Paulus’un misyonerlik görevinde yaptığı ilk konuşması olarak bilinmektedir.
Şehrin kuzeybatı köşesinde bulunan hamam oldukça büyük bloklarıyla ve sağlam yapısıyla dikkat çeker. Kazılarla 7 mekanı açılan yapı, 80×55 m. boyutlarındadır. Güneş ve rüzgar faktörleri düşünülerek, tüm hamamların girişleri ve ocakları güney ve doğu yönlerinde yapılmışken durum bu yapıda farklıdır. Su ve ısıtma sistemine ait de çok fazla iz tespit edilememiştir. Pisidia şehri Sagalassos’un hamamıyla karşılaştırabileceğimiz yapı, su sistemi ve çeşme gibi, İ.S. 1. yüzyılın ilk yarısına tarihlenmektedir
Yapılan kazılarda kentteki bütün sokakların altında 2 metre derinliğinde bir kanalizasyon sistemi bulunmakta.
Bu kanalizasyon ağı, ana caddelerle birlikte bütün yan sokaklarda da bulunuyor. Bütün sular ana kanalizasyonda birleşip kentin dışına taşınıyor. Yağmur yağdığında Pisidia Antiocheia’da ayağınızın ıslanma imkanı yok. Çünkü bütün sokakların tabanı yaklaşık 1,5 metre yüksekliğinde taşlarla döşeli. Yanlarda kaldırımlar var. Teraslanmış yapıda hiçbir bina, diğerinin ışığını kesmiyor. Kentteki dükkanların hepsi aynı büyüklükte, yani tam bir demokrasi uygulanmış.
Kentin ana caddeleri kuzey-güney ve doğu-batı yönünde kesişiyor. Diğer bütün sokaklar bu caddelerle birleşmektedir. Kamusal binalar da bu caddelerin belirli noktalarına kurulmuş durumda.
Kent iki ana meydandan (Augustos ve Tiberius) oluşmakta Bu meydanlar şehrin doğusunda ve odak merkezinde bulunmaktadır. Dünyanın ilk işçi grevinin M.S. 16’da Tiberius alanında yapılması, sosyal hayatın ne kadar hareketli olduğunu vurgular.
Kuzey-Güney doğrultusundaki ana cadde.
Doğu-Batı doğrultusundaki ana cadde.
Şehrin en yüksek noktasında kayaların azimle oyulmasıyla elde edilen düzlükte kurulu olan Augustus Tapinağı, kutsal alanı içerisinde cephe mimarisiyle ziyaretçiyi ilk anda hayrete düşürecek bir zenginliğe sahip olarak inşa edilmiştir.
Tapınağın yapımına olasılıkla imparatorun sağlığında başlanmış, ölümünden sonra da ona ithaf edilmiştir. Tapınak, kutsal alanına girişini sağlayan Propylon’la çağdaştır. Yapının temeli, doğal kayanın kesilmesi ile oluşturulmuştur. Ancak kayalığın daha erken dönemlerde bölgede etkin olan Ana tanrıça Kybele ve Ay Tanrısı Men kültleri için düzenlenmiş olabileceğine dair izler bulunmaktadır. Roma’nın hakimiyeti sonrasında İmparator tapınağı ve kutsal alanına dönüştürülmüştür.
Tapınak, kutsal alan içerisindeki ana kaya düzleştirilirken, merkez aksta bulunan tapınak podyumu için 2,5 m. yüksekliğinde, 14×28 m. boyutlarında bırakılan ana kayanın üzerinde yükselmektedir. Podyumun içi de oyularak, kült odası olarak düzenlenmiştir. Tapınak 4 sütunlu bir prostylostur. Galeride Alt katta Dor, üst katta ise İon düzeninde sütunlar kullanılmıştır. Portikonun sonlandığı köşelerde de, kuzey ve güney kenarlarda uzanan stoalar (revaklar) yer almaktadır.
Tiyatronun caveası yaklaşık 95m. Uzunluğundandır. Kuzey yönündeki oturma kademeleri, tepenin yamacına oyulmak sureti ile doğal toprak eğimi üzerine oturmasına karşın, güney yöndeki oturma sıralarının tonoz ve kemerlerden oluşan bir alt yapı üzerine oturmaktadır.
Sahne binasının kalıntılarından, dikdörtgen bir plana sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak cephe mimarisinin bezemeli olduğu ve kabartmalı frizlerle donatıldığı ele geçen mimari parçalardan anlaşılmaktadır. Tiyatronun bugün var olan kalıntılarından M.S. IV yüzyılın başlarına tarihlenmektedir.
Tiyatronun tarihtede ilginç bir yeri var. Aziz Paulus’u dinledikten sonra Hıristiyanlığı kabul edip yayan ilk kadın azize olarak bilinen Ayetekla’nın bu amfitiyatroda canlı halde aslanların önüne atıldığı ve aç olan aslanların Ayatekla’yı yemediği detaylı olarak anlatılır. Onun bir Azize olduğu anlaşılır ve daha sonra Silifke‘ye gider ve ortadan kaybolur.
Fotoğrafı çektiğim zaman oldukça kötü durumda görünen tiyatro, ören yerinde en fazla tahribata uğramış yapı. daha sonradan öğrendiğime göre 2013 restorasyon çalışmaları çerçevesinde yıkılan bölümlerindeki taşlar, numaralandırılarak vinç yardımıyla kaldırılmış. taşlar, yeterli ödenek ayrılması halinde aslına uygun şekilde 2014 yılı içinde yerlerine konulacak ve amfitiyatro yeniden hayat bulacak.
Son olarak Umarım yeterli ödenek ayrılır ve kentin tamamı gün yüzüne çıkartılır. çünkü şimdiye kadar yapılan kazılarda, kentin sadece yüzde 5’i kazılmış durumda olduğu söyleniyor.
Pisidia Antiocheia Antik Kenti’ni gezdikten sonra Yalvaç müzesini ziyaret ettim.
Müze Prehistorik eserler salonu, Klasik eserler salonu, Etnografik eserler salonu, Yalvaç evi ve Revak olmak üzere 5 ana bölümden oluşuyor.
Müze, 16 Temmuz 2000 yılında halkın hizmetine sunulmuştur. Bugün Göller Bölgesinde gerek eser zenginliği gerekse ziyaretçi açısından en eski,en büyük Müze olma özelliğini korumaktadır.
Müzenin bahçesinin genel görünümü.
Teşhir salonlarında yer alan tüm eserlerle ilgili bilgi panoları, harita ve resimlerle eğitici ve öğretici bilgiler verilmekte olup ziyaretçilerin bilgi sahibi olmaları sağlanmış.
PREHİSTORİK ESERLER SALONU:
1970 ve 1994 yıllarında Tokmacık Kasabası yakınlarında yapılan yüzey araştırması ve kurtarma kazısı sırasında meydana çıkartılan tarih öncesi çağa (Yaklaşık 7-8 milyon yıl önce) muhtelif memeli hayvan fosilleri
Yalvaç‘a 19 km. uzaklıkta bulunan Çamharman (Köstük) Höyüğünden tesadüfen elde edilen (M.Ö.3bin -2bin ) Eski Tunç Çağına ait pişmiş toprak eserler
Göller Bölgesinin tipik çanak çömleklerin muhafaza etmekte, bölgenin geleneksel keramik sanatını (M.Ö.3.bin yıl-2.bin yıl) yansıtması açısından önemli bilgiler vermektedir.
Eski Tunç Çağına ait gerek form gerekse farklı malzemeden yapılan kapların yanı sıra, Dephaslar ( amphikypellon) , rithonlar gibi ritüel kaplar dönemin dinsel hayatını ortaya koyması bakımından önem arz etmektedir.
Hitit Dönemi etkilerini taşıyan çanak-çömleklere de yer verilmiştir.
Yalvaç ve çevresinde satın alma yoluyla elde edilen eserler.
Bunlar arasında (M.Ö. 3.bin yıl-2.bin yıl) el baltaları, muhtelif damga mühürleri, çeşitli ağırşaklar ve keramik yapımında kullanılan fırça.
Bölgede Ana Tanrıça Kültürünü göstermek amacıyla Neolitik Çağdan Eski Tunç Çağlarına kadar gelen pişmiş topraktan yapılmış Tanrıçalar ile pişmiş toprak ve mermer İdoller bu vitrinde sergilenmiştir. Ayrıca aynı çağlara ait pişmiş toprak hayvan figürinlerinin, yanı sıra çocuk oyuncakları bu bölümün en gözde eserleri olarak sayılabilirler.
KLASİK ESERLER SALONU:
Bu vitrinde Antiocheia heykeltraşlık okulunun özgün mermer yapıtlarının yanı sıra kolosal heykellerin baş ve torso gibi parçalarına yer verilmiştir. Bunlar arasında tanrı-tanrıça heykelleri ( Tyke, Nike ) ile İmparatorluk Dönemi portreler geniş yer tutmaktadır. . Ayrıca Roma Dönemine ait mermer küplerde bulunmaktadır. Helenistik dönemden itibaren başlayan ve Roma Çağında önemli gelişme gösteren Antiocheia heykeltıraşlık okulunun gerek heykellerinde gerekse mimariye bağlı kabartmalarında kendine özgü stili saptamak mümkün olmaktadır.
Klasik çağın içki kapları (Kyliksler, skyphoslar ve phialeler), küçük kaplar (Lekythoslar, aryballoslar ve askoslar) ve diğer günlük kullanım kapları birlikte teşhir edilmişlerdir.
Değişik formdaki kapları yer almaktadır. Ayrıca farklı dönemlerin pişmiş topraktan yapılmış form ve bezemeleri farklı kandilleri sergilenmektedir.
Bu vitrinde cam eserlere yer verilmiştir. Farklı formdaki cam eserler arasında gözyaşı şişeleri, parfüm şişeleri, kaseler, bardaklar geniş yer tutmaktadır.
Bu vitrin Men Kutsal Alanından gelen pişmiş toprak ve mermer eserlere ayrılmıştır. (Pisidia Antiocheiası’na 5 km. uzaklıkta ve kentin güneydoğusunda yer almaktadır. Burası, Hellenistik, Roma ve Bizans Çağlarına dek Kutsal Alan olarak kullanılmıştır. Burada Ay Tanrısı Men adına yapılan, gerek mimarisi gerekse yazıtlarıyla benzerlerinden ayrılan tapınakla birlikte birçok tanrıya adanmış değişik boyutlardaki tapınaklar ile kiliseler yer almaktadır.) Çağının en çok ziyaret edilen tapınağı,kehanet merkezidir. Baş tanrı Men olmak üzere bu tanrıya adanmış adak stelleri ilgi çeken eserler olarak bu bölümde yer almaktadır. Özellikle tabula-ansata içerisindeki yazıtlar Men Kutsal Alanını tanıtıcı bir belge niteliği taşımaktadır.
Klasik eserler salonunun bu dikkat çekici vitrininde Roma Çağına ait mermer tanrı ve tanrıça heykelleri sergilenmektedir. Bunlar arasında Ana tanrıça Kybele, Zeus, Aphrodite, Tyke ile birlikte Eroslar ve kadın heykelcikleri sayılabilir.
Bu vitrinin hemen yanında M.S. 1.yy.’a tarihlendirilen kolosal bir Zeus heykeli durmaktadır. Antiocheia heykeltıraşlık okulunun önde gelen heykeltıraşlarından biri olan Menandros’un bu ihtişamlı heykeli yaptığı eserin kaidesindeki yazıttan anlaşılmaktadır.
Teşhir edilen eserler arasında Antiocheia’nın muhtelif yerlerinde bulunan ve satın alma yoluyla gelen pişmiş toprak, mermer ve madeni eserler görülmektedir. Tanrı, Tanrıça heykelleri ( Aphrodite, Apollon, Artemis, Hermes, Pan ve Tyke) çeşitli hayvan figürinleri (boğalar, aslanlar, köpekler ve horozlar) muhtelif kadın heykelcikleri dikkate değer eserlerdir. Özellikle pişmiş topraktan yapılmış kitara çalan Apollon ile Bronzdan yapılmış Pan heykelciği vitrine ayrı bir ağırlık kazandırmaktadır.
Klasik eserler salonunun doğu tarafı tanrı ve tanrıça heykellerine ayrılmıştır. Antiocheia heykeltraşlığının tüm özellik ve güzelliğini gözler önüne seren bu yapıtlar görenleri hayrete bırakacak niteliktedir. Tanrıça Athena, Nike ve Mousalar (güzel sanatlar perileri) bu bölümde sergilenen en belli başlı eserlerdir.
Ayrıca burada zikredilmesi gereken önemli bir eser de, İmparator Augustus’un hayatta iken yaptığı işleri sırasıyla anlatan (Res Gestae Divi Augusti’nin Antiocheia’da bulunan Latince metnine ait bölümler ) panolar halinde sunulmuştur. Bunun yanı sıra aynı metnin Apollonia’da bulunan ve Yunanca yazılan bazı parçaları da burada sergilenmektedir.
Bunların hemen yanı başında yer alan İmparatorluk Dönemi heykellerine ait başlar bu bölüme ayrı bir zenginlik katmaktadır.
Roma döneminin küçük buluntularına ayrılan bu vitrinde bronz ve cam süs eşyaları ( Yüzük, bilezik, kolyeler ve fibulalar) ile yapıldığı dönemde ünik olma özelliğini koruyan altından yapılmış bir kupa tüm dikkatleri çekmektedir. Düzenlenen bir av yarışması sonunda verildiği anlaşılan çift kulplu bu kupanın, bir yüzünde gladyatör, diğer yüzünde ise sürüngen bir hayvan olan semender tasviri yer almaktadır. Antiocheia’da Roma Döneminde birçok gladyatör oyunların düzenlendiği ve bunların İmparatorluk ailesine yakın kişilerin tertiplediği veya ünlü rahiplerin düzenlediği ele geçen yazıtlardan ortay çıkmaktadır.
Salonun bu son duvar vitrininde Bizans Dönemi pişmiş toprak ve madeni eserler sergilenmektedir. Bunlar arasında İsa’nın çarmıha gerilmiş heykelcikleri, haçlar, rölikerler ve özellikle Hıristiyanlıkla ilgili kabartmalar, kandiller dikkat çekmektedir. Ancak bunların içerisinde en dikkati çeken M.S. 4.yy.a tarihlendirilen midye kabuğu üzerine işlenmiş İsa’nın bir masa üzeride yatay duran yüzü örtülü başı ile ortada Meryem Ana ve her iki yanında duran iki melekten oluşan kabartma dünyada tek olma özelliğini korumaktadır. İsa’nın mezara indiriliş sahnesi olarak kabul gören bu kompozisyonda bu hüzünlü an çok iyi biçimde betimlenmiştir.
Salonun ortasında yer alan dikey vitrinde nadide köpek heykelciği yer almakta.
İ.S. 46 yılında St. Paul yeni dini yaymak için Antiocheia’ya gelmiş ve ilk resmi vaazını verdiği sinagog üzerine O’nun adına, M.S. 325 yılında yeryüzünün St. Paul adına ilk ve en büyük kilisesi inşa edilmiştir. Bu nedenle dini merkez olan bu yerde bu dinle ilgili çok sayıda yapıt ve yazıt ele geçmiştir. Bunlar bugün müzede sergilenmektedir. Salonun ortasında yer alan iki dikey vitrinde balıkçı başı ve nadide köpek heykelciği yer almaktadır.
Teşhir edilemeyen ve depoda korunan sikkeler arasında bulunan Antiocheia sikkelerin sayısı bir hayli fazladır. Yapılan araştırmalarda Antiocheia’da Hellenistik Dönemden itibaren Roma Devrinde halen sikke basımının yapıldığı ortaya çıkmaktadır.
ETNOGRAFİK ESERLER SALONU:
Bu salonda Yalvaç ve çevresinden gelen eserlerle ve muhtelif yollarla gelen eserler sergilenmektedir.
Etnografya salonunun bu uzun vitrininde Yalvaç El Sanatları tanıtılmaktadır. Bindallı entariler, işlemeli sim-sırma cepkenler, çeşitli geometrik ve bitki motifleriyle süslü ceketler, altın, gümüş ve kıymetli taşlardan yapılmış kemerler, tepelikler, gerdanlıklar, yüzük, bilezik ve diğer takı malzemeleri vitrine ayrı bir zenginlik kazandırmaktadır. Yalvaç örf ve adetlerine göre düzenlenen bu vitrinde çeşitli giyim eşyaları ile süs eşyaların yanı sıra günlük kullanım eşyalarına da yer verilmiştir.
Türk hamam kültürüne ait eserlerin sergilendiği bu vitrinde sırasıyla çeşitli uçkurlar, peşkirler, işlemeli havlular, örtülerle mendiller görülmektedir. Ayrıca, hamam taslarının yanı sıra tılsım taslarının tüm güzellikleri yansıtan bir koleksiyon sergilenmektedir.
Teşhir edilen eserler arasında kahve takımları, kahve kavuracağı, soğutacağı, oyma ahşap ve madeni kahve değirmenleri yer almaktadır. Aynı vitrinde yer alan sigara takımları, saatler, tespihler ve el şamdanları ayaklı şamdanlardan birkaç örnek ile değişik form gösteren gülaptan ve buhurdanlıklar da Türk İşleme Sanatının ortaya koyduğu zevk ve ustalık belirgin bir şekilde görülmektedir.
Yalvaç dokuma sanatının seçkin örneklerine ayrılan bu vitrinde ( heybeler, torbalar, çoraplar, eldivenler) yöre el sanatının tüm hüner ve inceliklerini görmek mümkündür.
Bu vitrinde zengin bir silah koleksiyonu görülmektedir. Kesici silahlar ( eğri kılıçlar, düz kamalı kılıçlar, kama ve hançerler) koruyucu silahlar ( zırhlar, miğferler) ve çakmaklı tüfekler, tabancalar, barutluklar, barut ölçekleri ile çeşitli yağdanlıklar ve altın-gümüş kakmalı silahlardan birkaç örnek sunulmaktadır.
Bu vitrinde yazı takımları (hokka, divit, kubur, kağıt makasları, kamış kalemler, maktalar, kalemtraşlar) ile tartı takımları ( teraziler, dirhemler) sergilenmektedir.
Salonun ortasında yer alan iki yatay vitrinde Osmanlı Dönemine ait altın, gümüş ve bakırdan yapılmış sikke koleksiyonu zengin çeşitleri ile sunulmuştur. İkinci vitrinde ise kahramanlık, yararlılık ve başarı gösterenlere verilen bir değerlendirme ve onurlandırma sembolü olan madalya ve nişanlar sergilenmektedir. Altın, gümüş, bronz, nikel gibi çeşitli madenlerden yapılmış olup, bazıları değerli taşlarla veya mine tekniğinde dekorlanmıştır.
Ayrıca depolarımızda korunan fakat vitrin ve salon yetersizliğinden sergileyemediğimiz Osmanlı hat sanatının nadir örnekleri bulunmaktadır. Bunlar arasında altın yaldızlı ve tezhipli sülüs, nesih ve muhakkak yazılmış Kur’an-ı Kerimler, kitap sanatlarının (tezhip, hat ve cilt sanatı ) nadir örnekleri murakkalar, sülüs yazı meşkleri, celi sülüs hatlar, musanna yazı levhaları, hilye-i saadet ile hat levhaları vardır.
Bunların dışında Cumhuriyet Döneminin belli başlı ünlü ressamlarının tabloları da bulunmaktadır. Bunların büyük bir bölümü yağlı boya manzara tabloları olup, 1922–1964 yılları arasında yapılmışlardır. Ünlü ressamlar arasında: Ali Çelebi, Feyhaman Duran, Malik Aksel, Namık İsmail, Hikmet Onat, Şefik Bursalı, M.Ali Laga, Hoca Ali Rıza, İbrahim Çallı, Hamit Görele, B.Rahmi Eyuboğlu, H.V.Bereketoğlu, Cemal Tollu, Ferruh Başağa, Eşref Urer, Z.Faik İzer, Şeref Akdik, İlhan Demirci, Ercüment Kalmuk, Cemal Bingöl, Refik Epikman, Şemsettin Arel, Cevat Dereli, Saim Özeren gibi değerli ressamlar bulunmaktadır.
YALVAÇ EVİ
Etnografya salonunun dar kenarında 19.yy.a ait bir evin malzemeleri ile aslına uygun olarak düzenlenen “Eski Yalvaç Evi” müzeye gelen ziyaretçilere bizden önceki kuşakların sahip olduğu ihtişam hakkında bir fikir vermektedir.
REVAK:
Müzenin dışında bulunan Revak bölümde Roma Çağına ait mezar stelleri, lahit parçaları, yazıtlar ve heykeller yer almakta.
Bu steller üzerindeki sahneler ölü ile yakından ilgilidir. Lahitlerin uzun yan yüzlerine ait parçalarda Amazon-Yunan mücadelesi gösterilmiş.
Ayrıca burada bulunan kitabeler de çeşitli konulara ait olup, anlam ve estetik bakımından dikkat çekmekte.
Müze gezisinden sonra şehir merkezindeki asırlık çınar altında dinlendim. Saat 13:00 gibi Beyşehir‘e doğru yola çıktım.
Yaklaşık bir buçuk saat sonra Şarkikaraağaç‘a geldim.
Isparta il sınırından çıkıp Konya il sınırına girdim. Tüm güzelliklere rağmen mevsim sebebiyle Isparta‘nın simgesi olan gülleri görememiş olmak biraz canımı sıktı.
Hasat edilmiş buğday tarlalarının ardından nihayet Beyşehir gölü göründü.
Her yerde olduğu gibi burada da su bereket ve bolluk simgesi.
ama gönül istiyor ki su kaynaklarının sınırsız olmadığının bilince varılarak böyle vahşi sulama tekniklerinden bir an önce vazgeçilmesi. nitekim bisiklet turu esnasında bir çok gölün, kaynakların bilinçsizce kullanılması sebebiyle kritik seviyere indiğine hatta kuruduğunu şahit oldum.
Akşam güneş batmadan Beyşehir gölünün kıyısına gelmeyi başardım.
Dinlenmek üzere kamp kurmak için uygun bir yer ararken, göl kıyısında ailesi ile ramazan ayı olması sebebiyle iftar yapan Polis memuru abim burada çadır kurabileceğimi söyledi.
hatta yemeklerini benimle paylaşarak seyahayim boyunca her yerde karşılaşacağım Anadolu insanının misafirperverliği hakkındaki düşüncelerimi perçinledi.
[advanced_iframe src=”https://tr.wikiloc.com/wikiloc/spatialArtifacts.do?event=view&id=5655889&measures=on&title=on&near=off&images=on&maptype=H” width=”100%” height=”650″]