Not: Yazıda kullanılan köşelerinde logo bulunmayan fotoğraflar şahsıma ait olmayıp, muhtelif internet sitelerinden alınmıştır.
Dinlenmiş bir şekilde Sabah 07.00 de Demirler köyü yakınlarındaki petrol istasyonunun karşısındaki kuş cıvıltıları içindeki çamlıkta uyanarak yeni günün neler getireceğini merak ederek güne merhaba dedim. Kuş cıvıltıları ve etrafta koşuşturan meraklı sincaplar eşliğinde kahvaltının ardından yola çıkma hazırlıklarını tamamladım.
Tam harekete geçecektim ki Demirciler köyünde yaşayan dokuz on yaşlarındaki Görkem ile karşılaştım. Biraz sohbet ettik. Büyüdüğü zaman göz doktoru olacağını söyleyen Görkem’den şakayla karışık ilerleyen zamanlarda ben yaşlandığımda beni tedavi etme sözü karşılığında bisikletinin patlamış lastiğini tamir ettim. Elbette ki bunu karşılık bekleyerek yapmadım.
Yola koyulmanın ardında yaklaşık bir saat sonra bu sefer benim lastiğim patladı. Tamiratın ardından yoluma devam ettim. Yol üstünde Saklıkent ve Tlos antik kentinin tabelalarını görmüş olmama rağmen ana yoldan ayrılmadan Fethiye’ye doğru yoluma devam ettim. Öğlene doğru Uğrulu köyüne geldim, burada bir miktar alışveriş yaparak Fethiye’ye doğru yönelerek 12.00 – 12.30 civar hedefime ulaştım.
İlk izlenim olarak neden bilinmez buradan pek haz etmedim. Sanki şehrin tüm kanalizasyonunu bu koya boşaltılmış gibiydi. Yeşilimsi dalgalı denizi bana hiç cazip gelmedi.
Bugün günlerden Pazar olduğu için kargo şirketi de kapalıydı mecburen gönderilmiş olan fotoğraf makinesini alabilmek için buralarda bir gün oyalanmam gerektiğinden şehirde bir süre oyalandıktan sonra Ölüdeniz’e doğru yoluma devam ettim. Yaklaşık 5 kilometrelik bir tırmanış ve 3 kilometrelik bir inişin ardından ortalama bir saat süren yolculukla Ölüdeniz’e geldim.
Bu turistik cennette her yer parsellenmiş olduğu için uygun kamp alanı bulamadığım, beklide aramadım. Kelebekler vadisine doğru gitmeye karar verdim, Verdiğim bu kararda daha önce buraya bisiklet turu yapan Pirim Aytaç Ergül’ün öve, öve bitiremediği Faralya köyündeki George House’u gitme isteği de etkili oldu. 18.00 gibi başladığım ortalama 5 kilometrelik zorlu tırmanışı yoldan otomobilleri ile geçen turistlerin çeşitli tezahüratları eşliğinde tamamlayarak güneş batmadan George House gelmeyi başardım.
Çok uzun yoldan, tavsiye üzerine buraya geldiğimi söyleyip kısaca hikâyemi anlatmanın ardından Hasan ağabey “– Madem bizi görmek için uzun yoldan geldin. O zaman bu gece misafirimiz ol.” diyerek çadır kurabileceğim uygun bir yer göstererek bu sıra dışı yerde konaklama imkânını sağladı.
Çadırımı kurup yerleştikten sonra dünyanın değişik coğrafyalarından gelen çeşitli uluslardan insanlarla ateşin etrafında bir olarak gecenin ilerleyen saatlerine kadar çat pat sohbet ettik. Farklı uluslara mensup olsak da gezgin olmamızın getirdiği birbirimize anlatacak çok ortak şeyimiz olmasından benim bozuk İngilizcem onların kırık Türkçesi ile orta yolu bulup anlaşabildik.
İlerleyen zamanlarda bana yöneltilen “-yurt dışına çıkmayı düşünüyor musun?” Sorusunun cevabının ilk tohumları burada atılıp olgunlaştı. Elin ecnebisi dört bir yandan medeniyetler beşiği olan Anadolu’ya geliyorken ben niye gezilecek görülecek yığınla yer olan kendi memleketim yerine başka yere gideyim.
Elbette onunda zamanı gelecek ama önce Türkiye gezilecek.